Ümit Özdağ’ın Süleyman Soylu’ya yönelttiği suçlamaları dinlerken insan ister istemez üzülüyor. Çünkü bazen kelimeler hakikati anlatmak için değil, bir emeği gölgelemek için söyleniyor. Oysa biz bu ülkenin her köşesinde, sessiz dağ köylerinde, karakol nöbetlerinde, evladını toprağa veren anaların yüreğinde biliyoruz ki; “terörsüz Türkiye” hayali, birilerinin politik hesaplarından çok daha derin, çok daha kutsal bir anlam taşıyor.
Süleyman Soylu, bu ülkenin en çetin yıllarında taşın altına elini değil, yüreğini koydu. Onun döneminde yürütülen terörle mücadele, sadece silahla verilen bir savaş değildi; bir inanç, bir kararlılık ve bir milletin yeniden ayağa kalkma iradesiydi. Kırsalda, sınır hattında, şehirde; nereye bakarsanız bakın, devletin sıcak nefesi halkına değsin diye verilen bir çaba vardı.
Hatırlayalım… Süleyman Soylu, kimi zaman kar bastırmış bir karakolda askerle aynı çayı içti, kimi zaman bir şehit evinde başsağlığı dilerken bir annenin elini tuttu. O el, sadece bir annenin değil, bir milletin duasıydı. Bu görüntüler, politik birer kare değil, bu ülkenin “bir daha o günleri yaşamayalım” diye verdiği mücadelenin sessiz şahidiydi.
Bugün “terörsüz Türkiye” idealine inanmak, işte o günlerin mücadelesine sahip çıkmaktır. Çünkü terörle mücadele sadece güvenlik güçlerinin değil, bu ülkenin kalbinde atan milyonların davasıdır. O dava, bir partinin değil, bir milletin davasıdır.
Ümit Özdağ’ın ortaya attığı suçlamalar ise ne bu mücadelenin ruhuna, ne de bu ülkenin vicdanına sığar. Söylenen sözlerin ardında bir hakikat değil, bir hesaplaşma arayışı seziliyor. Fakat bu millet, kimin konuştuğuna değil, kimin sahada, kimin halkın arasında olduğuna bakar.
Süleyman Soylu, o dönemde sadece bir bakan değil; güvenlikten çok daha fazlasını inşa etmeye çalışan bir devlet adamıydı. Onun çabası, korkunun yerini güvenin aldığı, terörün gölgesinin yerini huzurun aldığı bir Türkiye içindi.
Bugün “terörsüz Türkiye” umuduna inanan herkes, aslında o yıllarda verilen mücadelenin bir parçasıdır. O umudu korumak, geçmişin emeğine sahip çıkmaktır. Ve biz inanıyoruz ki, bu ülke terörün değil, huzurun coğrafyası olacak.
Siyaset, bu büyük inancı büyütmekle anlam kazanır. Kavgayla, ithamla değil, birlikle ve vefayla… Çünkü Türkiye’nin geleceği, inananların ellerinde yükselecek.
🖋️ Bu toprakların sessiz dualarında, bir annenin gözyaşında, bir askerin sabrında aynı cümle yankılanıyor: “Yeter ki inanmayı bırakmayalım.”
Bir gün bu ülke, o inançla doğan güneşin altında, terörsüz bir sabaha mutlaka uyanacak…
(Yazımız bir üçleme olarak üç gün sürecek)