Papa Leo XIV’in İznik’e adım atması, tek başına bir dini tören görüntüsünün çok ötesindeydi.
İznik, Hristiyanlığın temel taşının konduğu Birinci Konsil’e ev sahipliği yapmış bir tarih sahnesi.
1700 yıl sonra gelen bu ziyaret üç farklı okumaya imkân tanıyor:
Konsilin toplandığı topraklara dönüş, Katolik ve Ortodoks dünyasına “birlik” çağrısı niteliğinde sembolik bir hatırlatmaydı.
Ziyaretin, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde pozitif bir atmosferin oluştuğu döneme denk gelmesi dikkat çekiciydi. Vatikan diplomatisi, zamanlamayı önemseyen bir diplomatisdir.
Doğu–Batı ayrımının doğduğu coğrafyada verilen bu mesaj, Türkiye’nin kültürel hafızadaki ağırlığını yeniden vurguladı.
Papa’nın ziyaretinin hemen ertesinde Karadeniz’de iki tanker patlıyor.
Fail belirsiz, izler karanlık, açıklamalar ihtiyatlı, ancak patlamalarda dış müdahale neredeyse kesin...
Bu yalnızca bir deniz kazası mı? Dış müdahale açıklaması bu ihtimali neredeyse sıfırlıyor. Yoksa diplomatik manevraların gölgesi mi?
Patlamaların teknik incelemeleri, sıradan bir mekanik arızadan fazlasını işaret edebileceğini ortaya koyuyor.
Bu durum Türkiye’yi hem mağdur hem de sorgulanan bir aktör hâline getirebilir.
“Karadeniz ne kadar güvenli?”, “Bu gemilerin vurulması kime yarar?” gibi sorular doğuyor.
Olaylar arasında doğrudan bir bağlantı kurmak iddialı olur; ancak diplomatik açıdan üç ihtimal titizlikle değerlendirilmeli:
Ankara’nın Batı ile artan diyaloğu bazı aktörleri rahatsız etmiş olabilir.
Karadeniz’de patlayan iki tanker, “dengeyi bozma” anlamına gelebilecek örtülü bir mesaj niteliği taşıyabilir. Yani olasılıklar içinde bu olayın bir uyarı atışı olması ihtimali de var.
Patlamaların yeri ve zamanlaması, Türkiye’yi istemeden kriz denklemlerine çekebilir.
Böyle durumlar, uluslararası arenada “algı yönetimi” açısından önemlidir.
Gemi saldırılarında çoğu zaman “fail” değil, “faydalanan” önemlidir.
Bu olaylar:
Rusya–Türkiye dengesini test edebilir,
Ukrayna ile ilişkilendirilebilir,
NATO’nun Karadeniz politikalarını şekillendirmek için kullanılabilir.
Papa’nın ziyaretindeki yumuşak semboller ile Karadeniz’deki patlamaların sert gerçekliği yan yana geldiğinde, Türkiye’nin önünde daha dikkatli bir diplomatik dönem açıldığı görülüyor.
Kesin bir bağ var demek mümkün değil.
Fakat diplomasi, yalnızca açık işaretlerle değil; zamanlama, niyet ve denge okumalarıyla da yapılır.
Tarih bazen yüksek sesle konuşmaz.
Bazen sadece sinsi bir gülümsemeyle kendini hatırlatır.