Ercan KUTLU

Tarih: 22.10.2025 09:59

Bir Köyün Kaderini Değiştiren İmam

Facebook Twitter Linked-in

Ercan Kutlu yazıyor...

Bazen bir hikâye okursunuz, öyle bir yerinden dokunur ki, sadece aklınıza değil kalbinize kazınır. İşte bugün sizlerle paylaşmak istediğim olay da tam öyle bir hikâye. Gerçek bir olay... Okuyunca hem duygulanacaksınız hem de düşüneceksiniz:
Bir insanın samimiyeti, inancı ve gayreti nelere kadir olabiliyormuş, diye.

1980’li yılların sonlarında yaşanmış bu hadise, Diyanet Dergisi’nde genişçe yer almıştı. O günden bugüne her okuduğumda içimde aynı etkiyi uyandırır. Çünkü bu hikâye sadece bir köydeki imamın çabasını değil, inancın insanı nasıl dirilttiğini gösteriyor.

Bir Dağ Köyüne Genç Bir İmam...

Henüz 17 yaşında, İmam Hatip Lisesi’nden yeni mezun olmuş bir delikanlı… Mahkeme kararıyla “reşit” sayılmış, resmî görevlendirmeyle Batı Karadeniz’in uzak, dağlık bir köyüne imam olarak atanmış.

Köyün halkı ağırlıklı olarak kendini Alevi olarak tanımlıyor. Köyde minareli bir cami yok, sadece yılların yorgunluğuyla yıkılmaya yüz tutmuş, kütükten yapılmış bir küçük bina var. İşte o genç imam, o harabe yapıyı “Allah’ın evi” diye görüp kolları sıvıyor.

Camiyi temizliyor, eksiklerini toparlıyor, ezan okumaya başlıyor. Ama ne cemaat var ne de gelen giden… Ezan sesini duyan yok gibi.

“Siz Allah’a inanıyor musunuz?”

Bir süre sonra genç imam, köyün muhtarıyla görüşüyor:
—“Köylülerle bir toplantı yapmak istiyorum,” diyor.
Muhtar ise elini sallıyor:
—“Yav hoca, sen ezanını oku yeter.”

Ama o pes etmiyor. Köylüyü topluyor. Kalabalığın karşısına geçiyor, sade bir sesle konuşmaya başlıyor:
“Ben bu köyün imamıyım. Yarın müftülüğe gideceğim, köyünüz hakkında sorular soracaklar. Ama sizlere sormadan gitmek istemedim,” diyor.

Ve ardından o meşhur soruları sıralıyor:
—“Siz Allah’a inanıyor musunuz?”
—“Tabii ki inanıyoruz.”
—“Hz. Muhammed’i seviyor musunuz?”
—“Elbette seviyoruz.”
—“Hz. Ali’yi seviyor musunuz?”
—“Sevmez miyiz?”

Genç imam tebessüm ediyor:
“Ben de Allah’ı, Peygamberimizi ve Hz. Ali’yi çok seviyorum. O zaman aramızda fark yok. Biz aynı yürekteniz.”

Cami İsteyen Halk

Toplantıdan sonra köylülerde bir kıvılcım doğuyor. Artık o genç hocaya güveniyorlar.
“Bu köye bir cami lazım,” diyor imam.
Ertesi sabah köylüler kendi aralarında imece usulüyle bir arsa belirliyor, minareli bir cami yapımına başlıyorlar.

Altı ay gibi kısa bir sürede köyün ortasında yepyeni bir cami yükseliyor. Herkes elinden geldiğince taş taşıyor, çimento karıyor, gönülden destek veriyor.

Müfettişin Şaşkınlığı

Bir süre sonra Diyanet İşleri Başkanlığı, cemaatsiz camilerin kadrolarını kaldırmak üzere müfettiş gönderiyor. Müfettiş, raporlarda “bu köyde cami yok, cemaat yok” yazdığını biliyor. Köye girdiğinde gözlerine inanamıyor: ortada minareli bir cami yükseliyor!

Yaşlı bir köylüye yaklaşıyor:
“Amca, ben Diyanet müfettişiyim. Raporlarda bu köyde cami yok yazıyor ama ben koca bir minare görüyorum,” diyor.

Yaşlı adam gülerek cevap veriyor:
“Doğrudur müfettiş bey. Altı ay öncesine kadar öyleydi. Ama sonra bize bir imam gönderdiler… Baş belası bir imam! Öyle bir hoca ki, bize hem cami yaptırdı hem Kur’an öğretti.”

İman ve Azim Varsa, Çare de Var

İşte bu olay, bize çok şey anlatıyor.
Bir gencin samimi inancı, bir köyün kaderini değiştirmiş.
Bir kişinin azmi, nice kalbi yumuşatmış, nice gönlü bir araya getirmiş.

Bu hikâyeyi her okuduğumda şunu düşünüyorum:
Bugün de o “baş belası” gibi idealist, inancı sağlam, sevgiyle hizmet eden gençler yetiştirebilirsek; bu ülkenin manevi iklimi hiç soğumaz.

Çünkü iman varsa, azim varsa…
O zaman imkânsız diye bir şey yoktur.

Sizce bir insanın samimi inancı bir toplumu değiştirebilir mi?
Görüşlerinizi yorumlarda paylaşın, konuşalım.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —