PROF. DR. CAHIT KURBANOGLU

Tarih: 23.09.2022 21:51

ISLÂM BILIM ADAMLARI IBNÜ’I-ARABÎ 4

Facebook Twitter Linked-in

Ibn Hazm gibi Ibnü’l-Arabî de kiyasi kabul etmez, bir mezhebi körü körüne taklit etmenin dogru olmadigini söyler.
Fikhî konulardaki görüslerine temas eden bazi arastirmacilar onun ilm-i bâtinda oldugu kadar ilm-i zâhirde de mutlak müctehid oldugu kanaatine varmislardir. Ona göre fikhî konulardaki ihtilâf Allah’in kullarina bir rahmetidir.

(Mutasavviflara göre dinî ilimler, zâhir ve bâtin olmak üzere ikiye ayrilmakta; hadis, fikih ve kelâm gibi ilimlere zâhir ilimleri, tasavvufa da bâtin ilmi adini verilmektedir. Sûfîler zâhir ilminin egitim ve ögretimle, bâtin ilminin ise kesf ile elde edildigini söylemektedir.)

Ibnü’l-Arabî’nin vefatindan sonraki zaman içerisinde onun getirdigi metafizik yorumlar yavas yavas kendi çekim alanini da olusturmaya baslamis ve bu görüsler etrafinda zamanla sinirlari çok keskin olmayan bir düsünce okulu olusmustur.

 Bunun “okul” ya da “Ekberî okulu” olarak tanimlanmasinin sebebi tesir sahasinin ve getirdigi yorumlarin bir mezhep veya tarikat ile sinirli kalmamasi, her yer ve zamanda geçerliligini koruyan, evrensel degerleri yakalamis olmasidir. Onun görüslerinin basta din olmak üzere edebiyat, mûsiki, sanat, mimari, psikoloji ve pozitif bilim üzerinde tesirli oldugu görülmektedir.

Ibnü’l-Arabî, dönemin belli basli Selçuklu yerlesim bölgeleri olan Malatya-Konya arasinda bir süre ikamet etmis, dört yila yakin bir süre Malatya’da, bir o kadar da Konya’da kalmistir. Buralarda ilim ve irfan meclisleri düzenlemis, istidat gördügü bazi kimseleri talebelige kabul etmistir. 

Selçuklu sultanlarina nasihatlerde bulunan ve onlardan hüsnükabul gören Ibnü’l-Arabî’nin Selçuklular’dan sonra kurulacak olan Osmanli Devleti’nin dogusunu ve çöküsünü önceden haber verdigine dair rivayet büyük ilgi görmüstür.

Yavuz Sultan Selim’in Misir seferi dönüsünde ugradigi Sam’da ilk is olarak Ibnü’l-Arabî’nin kabrini aratmasi ve bulunan yere derhal mescid, medrese ve tekkeden olusan bir külliyenin yapilmasini emretmesi de (Celâlzâde, s. 209) bu irtibatin önemli tezahürlerindendir.

Ibnü’l-Arabî Osmanli ârifleri, âlimleri ve sairleri arasinda övgüyle anilan bir sahsiyet olmaya devam etmistir. Birçok Osmanli sairi kendisine methiyeler yazmistir.
Bir gün uyaniklik (yakaza) halinde iken bir melegin kendisine bir parça beyaz nur getirdigini, bunun ne oldugunu sordugunda melegin Suarâ Sûresi oldugunu söyledigini anlatan Ibnü’l-Arabî, divanini bu olaydan sonra olusturmustur. 

Onun bazi remzî ve mecâzî (sembolik) konularda siiri tercih ettigi, söz bu konulara gelince ifadesini derhal nesirden nazma çevirdigi göze çarpmaktadir. 
 
Ibnü’l Arabî’ye göre Cenab-i Allah CC bütün esyanin mûcidi, hâliki, mukaddiri, mufassili ve müdebbiridir. Hiçbir kayitla mukayyet degildir. O hay, kayyûm, alîm, mürîd ve kadîr olan Allah’tir. 
 
Ibnü’l-Arabî’nin teolojisinde insan çok önemli bir konumdadir. Çünkü rabbi bilmenin, tanimanin yolu insani tanimaktan geçer. Ona göre bizim kendimiz hakkindaki ilmimiz O’nu bilmemizin aslidir. Bu sebeple Allah’in resulü, “Kendini taniyan rabbini de tanir” demistir. Bizim varligimiz O’nun varligina, O’nun bilinmesi de bizim bilinmemize baglidir.
 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —