Rabbimiz (cc) Fetih Sûresi’nin son âyetinde mü’minlerin bir vasfini da su sekilde beyan buyurmustur: “Muhammedün resûlullah. Velleziyne ma’ahû esiddeu ‘ale’l küffâri ruhameu beynehüm” (Fetih Sûresi / 29) Meâlen söyle buyrulmaktadir:
“Muhammed Allah’in elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karsi siddetli (çetin), kendi aralarinda merhametlidirler.”
Hem Peygamber Efendimiz (asm), hem sahabeler hem de daha sonra gelen Islâm idarecileri bu âyetin hükmünü yasayislariyla icra ve tatbik etmislerdir.
Peygamber Efendimiz’in (asm) devlet baskanlarina yazdiklari mektuplara bakiniz. Mekke’nin fethine kadar teblig agirlikliydi. Mekke’nin fethinden sonra üslupta bütünüyle bu âyet-i kerimenin tesirini görmekteyiz. Bütün o mektuplari inceledim. Efendimiz (asm) hülasa olarak söyle demekteydi: “Ya Müslüman olursunuz. O vakit hem kardesimiz olursunuz hem de devletinizin basinda Allah’in hükümlerini icra ve tatbik edersiniz…
Sayet Müslüman olmazsaniz, o vakit sizi o koltukta oturtmam. Ordularimla birlikte gelir, sizi idareden uzaklastirir, Allah’in hükümlerini icra ve tatbik edecek bir idareciyi tayin ederim.” Iste sonraki devirlerde müdebbir Islâm idarecileri de böyle davranmis, “Esiddeu ‘ale’l küffâri” hükmünü uygulamislardir. Tipki Abbasi Halifesi Harun Resid (763-809) gibi…
Harun Resid zamaninda Fransa haraca baglanmisti. O tarihte Fransa’nin basinda bulunan kraliçe her sene sulhnâmeyi imzaliyor ve haraci veriyordu. Kraliçe ölünce yerine oglu geçti. Tahta oturur oturmaz Harun Resid’e hitaben söyle bir mektup yazdi:
“Bu bir mektuptur. Rum melikinden Arap melikine bir mektuptur…” Bu sekilde daha ilk cümlede müthis bir fitne tohumunu atmaktadir. Gayesi, eger Harun Resid mektubuna cevap verirse ve “Arap Meliki” derse, hemen onu bir koz olarak kullanarak Islâmiyet içindeki bütün irklari birbirinden ayiracakti.
Fransa Krali, “Rum Melikinden Arap Melikine…” diye basladigi mektubunun devaminda söyle demekteydi: “Annemin zamaninda imzalanmis sulhnâmeyi kabul etmiyorum. Bundan sonra haraç vermeyecegim. Ayrica eskiden alinan haraçlari da iade edin. Aksi takdirde size harp ilan ediyorum.”
Harun Resid, mektubu okutunca benzi atmis, derhal kâtibi çagirtmis, ayni mektubun arkasina sunlari yazdirmistir: “Bu senin mektubunun cevabidir.
Min emire’l Mü’minin ilâ kelb-i Rûm (Mü’minlerin emirinden Rum köpegine…) Cevabim sana budur ki; görecegindir, duydugun degil.”
Harun Resid, ayni gece orduyu hazirlayip yola çikmis, Fransa’nin içine, ta payitahta kadar gitmis, Fransa’yi yeniden haraca baglamistir.
Henüz dönüs yolunda iken Fransa kralinin yeniden ihanet ettigini ögrenmis, tekrar dönmüs, tekrar vurmus ve Fransa’yi haraca baglamistir.” Iste “Esiddeu ale’l küffâri” hükmü böyle uygulanir.
Dogrusu bu ya, nicedir böyle yigit seslere hasret kaldik. Bakiniz Körfez Savasi esnasinda 1,5 milyon Müslüman öldürüldü. Bunlardan 500 bini çocuktu. O zamanin ABD Disisleri Bakani Madeleine Albright, “500 bin Irakli çocugu öldürdük ama buna degdi” demisti. O zaman Islâm ülkesinden Harun Resid gibi biri çikip da bu zâlim kâfirin agzinin payini verememisti.
Iste bu zâlimlerin sözcüsü kari, geçenlerde nallari dikti. Cehennemin dibini boyladi. Allahu Teâlâ’nin berzah âleminde görevli memurlari ve daha sonra zebaniler onun hakkindan gelecekler. Bu hadsiz gibi niceleri, nice vakittir ensemizde boza pisiriyor. Vuruyorlar, kiriyorlar, yagmaliyorlar, öldürüyorlar, iskence yapiyorlar, çaliyorlar, çirpiyorlar, gasp ediyorlar, mâmur beldeleri viraneye çeviriyorlar, kadinlara, kizlara tecavüz ediyorlar.
Ne hazindir ki “Esiddeu ale’l küffari” hükmünü icra ve tatbik edecek bir yigit çikmiyor, çikmadi. Bu demek degil ki çikmayacak… Allah’in izniyle çikacak. Bütün yapilan zulümlerin hesabini soracak bir yigit veya yigitler çikacak…
O zâlimlerin, o çifitlarin, o kefere ve fecerelerin hesaplari kabardi. Hesap sormaya nereden baslamali, bilmem ki…
Endülüs’ten mi baslamali, Bosna’dan mi, Irak’tan mi, Suriye’den mi, Gazze’den mi, Dogu Türkistan’dan mi, Arakan’dan mi?..