Portakalı sıktığında portakal suyu çıkar. Limonu sıktığında limon suyu… portakalın içinden elma suyu, limonun içinde de armut suyu çıkmaz. Çünkü meyve içinde taşıdığıyla konuşur.
İnsan da böyledir.
İnsanı sıkıştıran şey olaylardır, imtihanlardır, beklenmeyen durumlar… Hayat bazen öyle bir bastırır ki, insanın içi dışına dökülür. Kimisi bir anda öfkesini kusar, kimisi korkusunu. Kimisi çıkar hesaplarını döker ortaya, kimisi ise sabrını, sevgisini, merhametini… Yani aslında her insan, sıkıldığında ne taşıyorsa onu gösterir.
Bazıları vardır; küçük bir aksilikte bile hemen bağırır, çağırır, öfkesini etrafa saçar. Kimileri ise aynı durumda derin bir nefes alır, etrafına sükûnet yayar. Bir başkası, menfaatine dokunan ilk olayda yön değiştirir; sadakati dilde kalır, davranışa yansımaz. Oysa bir başkası, zarara uğrasa da bildiği yoldan ayrılmaz, dostunu satmaz, değerinden vazgeçmez.
Zorluk, insanın içindekini tartan bir terazidir.
Kolay zamanlarda herkes iyidir.
Herkes sabırlı, anlayışlı, vefalı görünür.
Ama gerçek, ancak baskı arttığında ortaya çıkar.
Ne kadar sıkarsan sık, içinden hâlâ güzel duygular dökülüyorsa…
İşte orada insanlık başlar.
Ve eğer ortada bir zorluk yokken bile birinin içinden öfke, kıskançlık, bencillik taşıyorsa; bu artık sadece karakter meselesi değil, gönül terazisinin bozulduğunu gösterir. Çünkü sağlam bir kalp, sarsılmadan önce de, sarsıldıktan sonra da aynı özü taşır.
Hayat seni sıkıştırdığında ne çıkıyor içinden?
Bir hakaret mi, yoksa bir dua mı?
Bir bencil tavır mı, yoksa bir fedakârlık mı?
İşte insan bu sorunun cevabında saklı.
Ve unutma:
Seni sıkan şeyler aslında seni tanıtır.
Çünkü altın da ateşle ayırt edilir, çamur da.
Hangisisin, ancak yanınca belli olur.