Selamun aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühuu
Bir önceki yazımıza devam ediyoruz Sevgili Dostlar..
Sadreddin Konevî Hazretleri, Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinden sonra, büyük velilerden Evhadüddin Kirmani Hazretleri'nin sohbetleriyle şereflenir. Ondan da yüksek dereceli bilgiler tahsil eder, feyz alır. Suriye, Mısır ve Şamda hem talebelik hem müderrislik yapan Konevi hazretleri, 1245 de Hac dönüşü tekrar Konya'ya gelip, yerleşir. Konya’da yaşadığı için kendisine Konevi (Konyalı) denilmiştir.
Konevi hazretleri Konya’ya gelirken birçok alimin el yazması kitaplarını da getirir ve 208 kitaptan oluşan özel bir kütüphane kurar. Bu Kütüphane şuan ki türbenin olduğu yerde caminin üst katıdır. Bu nadide kitaplardan istifade edebilmek için dönemin alimleri, fikir adamları Konya ya gelerek Sadreddin Konevi hazretlerine talebe olmuşlardır.
Konevi hazretlerinin kelam ilmindeki yeri eşsizdir, bu ilimdeki birçok ince meseleleri açıklığa kavuşturmuştur. Keskin zekası ve muhakeme yeteneği ile İbnül Arabi hz’nin eserlerini şerh eder ve okutur. Vahdet-i vücudu dine ve akla uygun olarak izah eder.
Sadreddin Konevi hz, tasavvufta olduğu kadar, şer'i ilimlerde, zahiri ilimlerde de çok ileri gitmiştir. Bilhassa hadis ilminde, Hadisten icazet (yani diploma, hadis okutma yetkisi) verme derecesine ulaşmıştır.
Hocası Muhyiddin Arabî hz, İslâm âleminde “Şeyh-i Ekber” (En Büyük Şeyh) ünvanıyla anılırken, Sadreddin Konevî hz de “Şeyh-i Kebir” (Büyük Şeyh) unvanıyla anılmıştır.
Konevi hazretleri, ilmi, hitabeti, hali, tavrı ve ahlakı ile Konyalılar tarafından çok sevilir. Dergâhına halkla birlikte zamanın emirleri, beyleri, bilginleri, vezirleri, sultanları devam eder, feyz alırlar.
Bir gün sohbetlerinde buyurdular ki; “Kalp hastalıklarından biri de övülmeyi sevmektir. Elin alkışlamasını sevmek ve arzu etmek, şirki asgar (küçük şirk) olan riyanın alameti ve delidir. Riya sahibi, ameli ile halkın meylini kendisine çekmeye çalışır. “oruç bizi zayıflattı”, “az yiyip az uyuyoruz” gibi sözlerle dünyaya meyletmediğini, ibadete düşkün olup züht ve takva sahibi olduğunu söylemeye çalışır ve halkın kendisini bu şekilde sevip saymalarını ister.
Kalp hastalıklarından biri de hak sözü kabul etmemekte inat etmektir. Hakkı bildiği halde inkâr etmek kibir alametidir. Rasulullah s.a.v Efendimiz: ‘Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennete girmez’ buyurdu. Hiçbir kıymeti olmayan dünyalık şeylere karşı haris olmaktan, yani başkasının elinde olan malda gözü olmaktan sakınmalıdır. Tamah ve cimrilikten de sakınmak lazımdır. Tamah sahibi, ağzında kemik olan köpeğe benzer ki bu köpek bir su üzerine varınca suda görünen kendi şeklini başka bir köpek zanneder. Onun ağzındaki kemiği alacağım derken kendi ağzındaki kemiği de kaybeder. Rasulullah s.a.v Efendimiz: ‘Dikkat ediniz! Allahu Teala’nın Cennetine koymayı vaad ettiği ve benimde kefil olduğum kimseler cömertlerdir. Allahu Teala’nın Cehennemine koyacağını bildirdiği kimseler cimrilerdir.’buyurmuştur.”
Konevi hazretlerinin Konya’da en kıymetli dostu Hz Pir Mevlana Celaleddin Rumi hazretleridir ki “Mevlana” ismini kendisine Konevi hazretleri vermiştir. İki gönül sultanın birbirlerine karşı duyduğu derin muhabbeti Sultan Veled hazretleri şöyle anlatır: Bir gün büyük bir ilim meclisi kurulmuş ve Konya ileri gelenleri orada toplanmışlardı. Sadreddin-i Konevî Hazretleri de orada bir seccade üzerinde oturmuştu. Mevlana Hazretleri içeri girince seccadeye oturmasını rica etti. Bunun üzerine Mevlana hz: "Sizin seccadenize oturursam, kıyamette bunun hesabını nasıl veririm?" dedi.
Sadreddin Konevî Hazretleri de: "Senin oturmada fayda görmediğin seccade bize de yaramaz" deyip, seccadeyi oradan kaldırdı..
Sadreddîn-i Konevî hazretleri anlatır: “Rüyâmda Fahr-i Kâinât Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi gördüm. Yanlarında Eshâb-ı kirâm olduğu halde medreseyi teşrif etmişlerdi. Sofanın ortasına oturdular. Bu sırada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de oraya gelip, uygun bir yere oturdu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), Mevlânâ’ya çok iltifât ettiler ve hazret-i Ebû Bekr’e dönerek; “Yâ Eba Bekr! Ben, Celâleddîn ile, diğer peygamberlerin arasında öğünürüm. Çünkü onun öğrendiği ilim, işlediği amelin feyz ve nûru ile, ümmetimin gözleri aydın olur. O benim oğlumdur.” buyurdular.
Mevlânâ’yı sağ tarafına oturttular. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu rüya ile Mevlânâ’nın derecesinin yüksekliğine işâret buyurdular. Bu durumu bende talebelere anlattım ki, Mevlana’nın hatırını gözetip ilminin yüksekliğini anlasınlar.”
Sadreddîn-i Konevî hazretleri bir gün, Allahü Teâlâya yalvarıp; “Yâ Rabbî! Sana lâyıkı ile ibâdet, kulluk yapamadım ve seni hakkıyla tanıyamadım. Senin lütuf ve ihsânına güveniyorum. Cennet’teki makâmımı görmek arzu ediyorum.” dedi. O gece bir rüyâ gördü. Rüyâsında kıyâmet kopmuş ve insanlar kabirlerinden kalkıyordu. Bu durumu kendisi şöyle anlatır:
-“Beni de Rabbimin huzûruna götürdüler. Allahü Teâlâ meleklere emredip; “Alın Cennet’e götürün.” buyurdu.
Beni alıp Cennet’e götürdüler. Orada türlü türlü köşkler ve bahçeler vardı. Onları seyrettim. Bir bahçe vardı ki, onun meyvesi miskti. Bir elma mikdârı misk almak istedim ve aldım. İşte o esnâda rüyâdan uyandım.
Uyandığımda sağ elimde bir avuç misk duruyordu. O miskin kokusu da her tarafı kaplamıştı. Bu miskin kokusu hocam Şeyh Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin bana hediye ettiği hırka-i şerîfe sirâyet etti.” buyurdu.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri vefât ettiklerinde kefenine bu miskten konulmuştur.
Ziyaretlerde hissedilen kabrinden gelen koku bu miskin kokusudur belki..
Allah şefaatlerine himmetlerine nail eylesin.
Yazımız devam edecek, Selametle..
Emine Aydemir
Kaynaklar: : HAMDİZADE ABDULKADİR“ŞEYH SADREDDİN KONEVİ”
İSLAM ANSİKLOPEDİSİ
KONYA’NIN VELİLERİ, ALİMLERİ VE HOCALARI (M. ALİ UZ)