ÖNDER GÜZELARSLAN


PEYGAMBER AŞKIYLA YANAN KARENLİ VEYSEL KARANİ

Veysel Karani ismini duymayanımız yoktur. Herkes onunla ilgili aylar süren yolculuk sonucunda annesinin sözünü yerine getirerek görmeyi çok arzuladığı Hz. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’i evinde olmadığı için göremeden çileli yollardan tekrar köye dönüşünü ve Hz. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in ona hırkasını hediye edişi hikayesini çokça okumuş ve dinlemiştir.


Bende hepimiz gibi bu hikâyeyi anlatanlardan çok dinledim bu hikâyeyi anlatan birçok eser okudum. Ancak hiçbirisi beni yazar Sinan Yağmur ağabeyimizin kaleme aldığı Aşka Yolculuk serisi içinde yazdığı Veysel Karani kitabı kadar etkilemedi. Gözyaşları içinde okuduğum bu kitap beni çok duygulandırdı ve etkiledi. Veysel Karani ancak bu kadar tatlı ve güzel anlatılabilirdi. 
Kitabı 1 günde bir çırpıda okudum. Hala okumadıysanız ve Veysel Karani’yi merak ediyorsanız bu kitabı mutlaka bir an önce okuyun. Nasıl bir aşk ki Veysel Karani’deki görmeden Resulullah aşkıyla yanıp tutuşuyor. Sadece Peygamber aşkı ile değil anne aşkını, anne sevgisini de yüreğine öylesine işlemiş ki bunu anlatmaya kelimeler kifayet etmez.  Veysel Karani nasıl bir aşkın esiri oldu ki görmediği Peygamberimizin aşkıyla yanıp tutuşurken dünya gözüyle bir görebilsem diyerek annesinin şefkatli dudaklarından dökülen izinle yollara revan olması ama gittiğinde de evinde Resulullah’ı bulamayıp iznim bu kadar diyerek aşkıyla yanıp tutuştuğu Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i görmeden geri dönüyor. Onca yol geldim şurada birkaç gün bekleyeyim Peygamberimi görüp öyle köyüme döneyim demiyor annesinin şefkat dolu sözünü hatırlayarak boynu bükük köyüne geri dönüyor.  İşte yüreğine işlediği bu anne sevgisi annesini öylesine mutlu ediyor ki bu mutluluk ona Hz. Peygamber’in sırtına giydiği hırkayı giydirtiyor. 
Yüzünü hiç görmediği Peygamberine son derece âşık olan ve diğer taraftan da annesinin sözünden çıkmayan Veysel Karani’ye anne sözüne itaati üzerine Allah Resulü tarafından hediye edilen hırka hikayesi yıllarca da dillerden dillere anlatıla gelmektedir. Belki de kıyamete kadar da anlatılmaya devam edecektir. Böylesine duygu yüklü hayatı olan Veysel Karani’yi Sinan Yağmur gözüyle sizlere aktarmak adına bu yazıyı kaleme almış bulunuyorum. 
Geçmişin paha biçilmez hazinelerinin dehlizlerinde bekler bizi bazı hayat hikayeleri. İşte o hayat hikayelerinden birisi de bir aşk yolcusu olan, İslam dünyasında anne sevgisini büyüklüğüyle anlamlandırılmış bir büyük veli, zat diye tanımlayacağımız Yemen’in Karen Köyünde doğan deve çobanı Veysel Karani’nin hikayesi.
Anadolu halk kültüründe Veysel Karani diye anılan Üveys Bin Amir-i Karenî, Yemen’deki Murad kabilesinin Karen aşiretine mensup Amir’in tek oğlu olarak çölün ortasında Karen köyünde 555-560 yılları arasında doğduğu tahmin edilmektedir. Dört yaşında iken babasını kaybeden Veysel Karani, annesinden başka kimsesi bulunmadığından bin bir güçlükle herhangi bir tahsil görmeden, semavi dinlere ve kitaplara ait herhangi bir bilgisi olmadan deve çobanlığı yaparak köyünde büyür. 
Karenli Üveys büyüdükçe kendisinde doğuştan mevcut olan “Tek Tanrı’ya İnanç” hissi de gelişir. Ancak O’nu kimse anlamaz, söylediklerine güler, alay ederler. Buna rağmen dürüstlüğü ile nam saldığından herkes ona çok güvenir develerini ona teslim ederdi.  Deve çobanlığı yaparken de sırdaşı olarak gördüğü, dünyada babasını kaybettikten sonra tek varlığı ve tesellisi olan annesi onu anlar ve dinlerdi. Adeta annesi onun dert ortağı gibiydi. Bununla birlikte zaman zaman Mekke’den gelen kervanlardaki şahıslara Mekke hakkında bilgiler sorar rüyalarını süsleyen Peygamber’den haber almaya çalışırdı. Mekke’den gelen kervanlar içinde Üzeyfe kendisini tek anlayan kişiydi. Ondan hak din ve Peygamberimiz hakkında bilgiler edinen Üyevs kalbindeki Tek Tanrı inancıyla görmediği halde Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e ve O’nun getirdiği İslam Dinine iman etmiştir. Hiç kimsenin irşad ve teşviki olmadan Müslüman olan Veysel Karani bundan sonra, İslam’a ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gönülden bağlanır. Annesine de Kelime-i Tevhid’i bizzat kendisi öğretir ve annesinin de Müslüman olmasını sağlar.
Veysel Karani Müslüman olunca yerinde duramaz. Karen köyü ona dar gelir. Yüce Peygamberin nurlu yüzünü görebilmek aşkıyla yanar tutuşur. Veysel Karani, Allah Resulünü görme arzusunu birkaç defa çok sevdiği ve kıyamadığı annesine açarsa da çok ihtiyar ve âmâ olan annesi, kendisine bakacak kimse olmadığından buna izin vermez. Oğlunun gönlünde patlayan yanardağları çok iyi hisseden anne, en sonunda kendisine komşusunun bakacağını söyleyerek çaresiz oğluna izin verir. Oğluna o sırada Medine’de bulunan Hz. Peygamberimizi görebilmesi için sadece Medine’ye gidip hemen gelmek, eğer Hz. Peygamber’i orada bulamayacak olursan Medine’ye teşriflerini beklemeden, zaman kaybetmeden geri dönmek kaydı şartıyla izin verir. 
Gönlü Allah aşkıyla, Peygamber muhabbetiyle dolu olan Hz. Veysel Karani, dostu Samir’in kendisine hediye ettiği deve ile yollara koyulur. O dönemde yollarında yol kesen haramilerin varlığına aldırış etmeden aylar süren Medine yollarına koyulur. Issız vadiler, dağlar, tepeler, kızgın çölleri aşarak Kızıldeniz boyunca yol alır ve en nihayetinde Peygamber beldesi Medine’ye ulaşır. Doğruca Hz. Peygamber’in evinin olduğu bölgeye giden Veysel Karani, sokakta oyun oynayan çocuklara rastlar onlara Peygamberin evini sorar çocuklardan biri Peygamber Efendimizin torunudur. Hz. Peygamber’in Medine’de olmadığını söyler. Olduğu yere yıkılan Veysel Karani hıçkırıklara boğulurcasına ağlamaya başlar. Bir süre sonra Hz. Peygamberimizin evinden kızı Fatıma çıkar onu görür durumu anlayamaya çalışır. Hz. Fatıma Veysel Karani’ye Peygamber Efendimizin Tebük Seferi’nde olduğunu söyler birkaç gün beklerseniz gelir görebilirsiniz kendisini der. Veysel Karani oldukça üzgündür. Hemen annesinin sözü aklına gelir. Hz. Fatıma’ya; 
“-Kâinatın efendisine selamımı söyleyiniz. Cennet sabahlarını andıran mübarek yüzlerini doya doya görmek isterdim. Lütfen, içimin aşk-ı Muhammed’i (S.A.V.) ile yandığını, gönlümün bitmez niyazını bildiriniz.” der. Anneme söz verdim Medine’de bulamazsam geri döneceğim demiştim der. Yolda gelirken rastladığı Erak ağacından yaptığı misvakı Peygamber Efendimize hediye etmek istediğini söyleyerek oradan ayrılır ve tekrar Yemen’e köyü Karen’e doğru yollara koyulur. Çetin ve yorucu yola bu kez hüzün dolu bir şekilde. Veysel Karani muradına erememiştir. Lakin kokusunu ve kendi eliyle yaptığı misvakı Medine’de bırakmış annesine verdiği sözü tutarak binlerce yıl sonra da anne sözünün ne kadar kıymetli olduğunu ümmete ve insanlığa öğretmiştir.  
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) seferden dönünce kızı Hz. Fatıma’ya şöyle der:
“-Evimize hangi ulu kişi geldi? Bu rahmani kokular, bu ilahi lezzet nedir? Ben bu kokunun aynısını Miraç’ta da hissetmiştim.” Hz. Fatıma’da babasına;
Yemen Oymağı’ndan Karen Köyü’nden Üveys adında bir çoban sizi ziyarete geldi. Mukaddes Cemâlinizin bağrı yanık aşıklarındanmış. Zat-ı âlinizi bulamayınca çok üzgün bir halde ayrıldı. Annesine söz vermiş sizi bulamazsa beklemeyip geri döneceğine dair. İşte o adam gittikten sonra evin içinde bu ulvi kokuları hissettim.
Peygamber Efendimi kızı Hz. Fatıma’ya sen o zatı gördün mü? Diye sorar. Kızı Hz. Fatıma “Evet ey Allah’ın Resulü. Sağ gözümün ucu ile baktım.
Öyleyse o gözünü bende ziyaret edeyim. Görüşün ve gördüğün mübarek olsun.”
Bir müddet sonra Mescid-i Nebevi’ye geçen Resulullah, Sahabelerine seslendi;
“–Müjdeler olsun, Üveys’i gören gözü ziyaret ettim, gelin siz de benim gözümü ziyaret edin. Ve buyurdular; “Bana Yemen tarafından rahmani kokular geliyor. Şüphesiz tabiinin en hayırlısı Üveys’tir.” Resulullah son hastalıklarında Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Aişe’ye vasiyet buyurdular:
“Benden sonra arkamdaki hırkamı, beni görmeden bana âşık olan ve annesinin sözüne sadık kalan Üveys’e veriniz.”
 Veysel Karani Resulullah’ı göremeden tekrar Karen’e döner ve burada deve çobanlığı yapmaya devam eder. Peygamberimizin vefatından sonra Hz. Ali ve Hz. Ömer Üzeysi bulur ve Peygamberimizin vasiyeti üzerine Hırka-i Şerifi Veysel Kanani’ye verirler. Peygamberimizin hırkasının Veysel Karani’ye verilmesi ve Peygamberimizin O’nun hakkındaki övgülerinin duyulmasından sonra Onun insanların gözünde değeri artar, herkes kendisine hürmet göstermeye başlar. Veysel Karani annesinin vefatından sonra Kûfe’ye gider ve hayatının geri kalan kısmını Kûfe ve Basra taraflarında eskisi gibi yine ıssız vadilerde, tabiatın kucağında ve kendi uzletinde devam eder. Hz. Ali’nin halifeliği sırasında iki Müslüman grup arasında çıkan Sıffin Savaşı’nın hazırlıkları esnasında Hz. Ali tarafında, savaşa katılması ricasıyla Medine’ye davet edilir. Memnuniyetle bu davete icap eden Veysel Karani hemen Medine’ye hareket eder ve Hz. Ali’nin yanında Sıffin Savaşı’na katılır.
Veysel Karani Sıffin Savaşı esnasında Hicret’in 37. senesinde, Miladi 657 yılında Fırat Nehri kenarında savaş meydanında şehadet şerbetini içerek Rabbine kavuşur. Böylelikle Allah ve Resulü uğruna geçirdiği 87 yıllık ömrü tamamlamış olan Veysel Karani’nin nereye ve nasıl defnedildiğine dair kesin bir bilgi yoktur.
Hz. Peygamber Efendimizin Veysel Karani’ye hediye ettiği hırka sonraki nesillere intikal ederek günümüze kadar ulaştığı kabul edilir. Bu hırka bugün İstanbul’un Fatih ilçesindeki Hırka-i Şerif Camii’nde ramazan aylarında ziyaret edilmektedir. 
Hz. Peygamber Efendimiz ihsan ve iyilikte tabiinin en hayırlısı olarak gördüğü Veysel Karani için şöyle buyurmaktadır; 
“Benim ümmetimde Üveys adında bir kişi vardır. Kıyamet gününde Rebia ve Mudar kabilelerinin koyunları tüyü sayısınca günahlı kişilere şefaat edecektir.”
Böylesine ulvi derecelere ulaşan Veysel Karani kıyamete kadar unutulmayacak ve hayırla yad edilecek bir zat. Bugün bir çoğumuz onun adına söylenen şiirleri mırıldanmaya devam ediyoruz. Onlardan biriyle yazımı tamamlıyorum.
“Elinde asası hurma dalından/Eğninde libası deve yününden/Asla hata gelmez onun dilinden/Yemen ellerinde Veysel Karani.
 

Yazarın Diğer Yazıları


18.8° / 12.6°

YAZARLAR