M.Nuri Bingöl


Önce Devlet Demek Riyakârlık mıdır?

“Devlet-i Âliye-i Osmaniye” maârifinden –dikkat buyurun eğitim değil, maârif- uzak düşürüleli, batılı mefhum, “tanımlama” ve “anlamlandırma”larla düşünür olduk; kahredici bu hakikatı reddetmeye imkân yok. En muhafazâkar yapıların ya da dinî hizmet gruplarının müntesipleri bile aynı “dolap beygiri” olma hâli içinde maalesef…


Bilinir, “Tanzimat” lügâvi manası ile “düzenlemeler” demek. İlk bakışta; hamiyet ehli insanların “ hüsn-ü niyet ve safiyet”lerine hitap edilirken, “devletin inkırazdan kurtarılıp yüceleştirilmesi gayesi ile yapılması düşünülen düzenlemeler” şeklinde takdim edilen bir “ıslahat fermanı”; asli fonksiyonu ifa edilip yanlış tatbik edilince olanlar oldu. “Yanlışlık tatbik-i nazariyattan çıkar.” diyen Üstad ne kadar da haklı…
İslâm, “Allah’ın vahyettiği, Resullulah (sav)ın tefsir ettiği sırat-ı müstakim” (ifrat-tefritten azade dosdoğru yol) mânasında iken, sadece herkesin “nalıncı keseri gibi” kendine yonttuğu, “ucu açık ve taayyünsüz” barış diye ne idüğü belirsiz bir kelimeye “indirgenmesi” bile kendimizi Batı mefhumlarıyla tahdit etmemizdir .
Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursi’nin pek çok eserinde (Sünuhat, Lemaat, İşaret’ül-İ’caz vd.) izah buyurduğu gibi “Kur’an’ın dörtten birini” teşkil eden “içtimai-sosyal ve bilvesile siyasi” emirlerinden (Ki Üstad bunlar için adece “adalet” kelimesini (!), diğer alimler ise “ukubat” kelimesini kullanırlar) “mücerred” hale getirici “diyalektik söylem”lerin başında , -kinaye yollu hafifseyici- şu ifade geliyor: “Siyasal İslam.”
Bu tâbir de, tıpkı “ Ortadoğu” ya da Ortaşark denilmesi gibi Batının aramıza kattığı “müsteşrik” akıllardan menşe almıştır. Rahmetlik Cemil Meriç’in dediği gibi “zihnimize giydirilen deli gömlekleri”nden bir teki. Çünkü her türlü müsbet ve İslami terakki – fütuhata, “zalim propaganda” yahud “tek dişi kalmış cnavar” hücumlarına karşı yapılan her türlü –manevi ve maddi- savunmayı kırmak için giydirilen bir esaret kılıfı.
Daha doğrusu “felaket ve helaket” asrı Müslümanlarının zihnindeki atalet ve uyuşukluğa bulduğu bir bahane perdesi…
*
“Evet sıdk ve doğruluk, İslamiyet’in hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakarlık, fiili bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu’, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. YALANCILIK İSE SÂNİ-İ ZÜLCELAL’İN KUDRETİNE İFTİRA ETMEKTİR.” (Hutbe-i Şamiye, s. 46)
Yukarıdaki beyandan anlıyoruz ki “mü’minin hiçbir zaman yapamayacağı fiil” yalandır. (bilmâna Hadis) Hele maslahat için kizb?.. Üstad Bediüzzaman’ın ifadesine göre, “zaman onu neshetmiş.” Neden? Çünkü bu zamanda istismara uğramış o fetva. “Gayr-ı muayyen” olduğu için insanın kendine yontmasına çok açık olduğundan, “mümin ne şekilde olursa olsun o kapıdan girmemeli.”

Bu tabiri siyaset ve dünya politikası için anlıyorum. O metinden “aile”nin devamı için verilen cevazı anlamıyorum mesela. Ben “nesh”i de ISTILAHİ olarak idrak etmekten beni ŞER’İ İLİMLER menediyor. Sebebi başka bir yazının konusu olacak kadar geniş. Bir işaretle yetiniyorum ancak. Zira “Arife bir işaret kâfidir”
“Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı. Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali.” (Sözler, 711) Neden böyledir? Sıdk “ukde-i hayatiye”dir de ondan. Nurlu bir cevher olması da ondandır. (age) “Nurlu cevher”in İslami ıstılah eserlerinde “iman” diye tavzih edildiğinden gaflet edilemez.

“Yol ikidir; ya sıdktır ya sükûttur.” Beyanı burada daha farklı “gerekçelendirilir”. “Yeri verir sükuta, eğer çıksa zararlı… Yalana hiç yer yoktur, çendan olsa faydalı.”
Mezkur satırların ardından gelen “lakin hakkın olamaz her doğruyu söz etmek” ifadesiyle Üstad Hazretlerinin “ehl-i hak”la alakalı izahları ile “fırka-i dalle”yi tasvir edici beyanlarını hatırlayınca, bu tahdidin ameli ve fer’i mesailde olduğunu, itikadi ve imani bahisleri izahın ise sadece “münakaşa suretinde olamayacağı” sınırlamasının yapıldığını açık açık göreceğiz.
*
Kusura kalınmasın ama demeden de olmayacak. Bir metin tahlilci hele bu metin usuliddin kaideleriyle mâna verilmesi şart olan dini, imani bir metinse- ya da yorumcu, eğer ele aldığı mevzuu sadece, –lâ teşbih, yağsız tuzsuz pilav misali- bir üslupla işlerse ve anlarsa, hakikata ya da o ilhami esere karşı iri bir kabahat işlemiş, idrakine mani kalın bir perde çekmiş olur.

O perdeyi sıyırabilecek bir muharrik fikri bekle bekleyebilirsen?.. Yok eğer ben bildiğimi ya da anladığımı- derim, üst yanına karışmam- o Allah’ın vazifesidir denirse, tevekkül hakikatının da aksi istikametini tutturmuş oluruz; dun-himmetliler sınıfına adım atarız. Bazıları eğer bunu gereksiz buluyorsa, Üstad’ımız (Rah)nın pek çok ifadesinden tek birine bakmamız gerekir.

"……………..kaidesiyle, ben dahi nazım ve kafiyeyi bilmediğimden ona kıymet vermezdim. Safiye’yi kafiyeye feda etmek tarzında hakikatın suretini nazmın keyfine göre tağyir etme”meyi ister.

Yazarın Diğer Yazıları


18.8° / 12.6°

YAZARLAR