• BIST 100

    10590,50%-0,36
  • DOLAR

    42,33% 0,19
  • EURO

    49,28% 0,05
  • GRAM ALTIN

    5679,64% 0,42
  • Ç. ALTIN

    9495,67% 0,00

MURAT FIDAN


İNSANLARLA AZ, RABBİNLE ÇOK KONUŞ” DİYEN VE KIYAMET GÜNÜ ALİMLERİN ÖNÜNDE YÜRÜYECEK SAHABİ!

Hz. Muâz b. Cebel (ra),hicretten yirmi yıl kadar önce o zamanki adı Yesrib olan Medine’de dünyaya geldi.


Hz. Muâz b. Cebel (ra),hicretten yirmi yıl kadar önce o zamanki adı Yesrib olan Medine’de dünyaya geldi. Ebû Abdurrahman künyesi ile anılan Hz. Muâz b. Cebel, Ensardan, Hazrec kabilesinin Beni Udey kolundandı. Babası Cebel b. Amr, Hz. Muâz henüz küçük bir çocukken vefat etmişti. Annesi Hind binti Sehl daha sonra Selemeoğullarının lideri Cedd b. Kays ile evlenmişti. Hz. Muâz, bu tarihten itibaren Medine’nin uzağında yüksekçe bir yerde ikamet eden Selemeoğulları arasında, üvey babasının evinde yaşamaya başladı.

Cedd b. Kays iri yapılı, giyim kuşamına dikkat eden, pek zengin fakat bir o kadar da cimri biriydi. Hz. Resulullah (asm) Efendimiz bir defasında Selemeoğullarına reisiniz kimdir, diye sormuş, “Cimriliğiyle meşhur olan Cedd b. Kays’tır.” denilince “Cimrilikten daha büyük hastalık var mıdır?” buyurmuştu.

Hz. Muâz; barış ve huzurdan yoksun, kin ve nefretin hâkim olduğu bir şehirde, Yesrib’de doğup büyüdü. Hz. Muâz’ın kabilesi olan Hazrec ile Evs kabilesi arasında yüz yılı aşkın süredir devam eden bir kan davası vardı. Yemenden Yesrib’e gelen ve Kayleoğulları denilen bu iki kardeş kabile arasındaki savaş, şehirde ne huzur ne bereket bırakmıştı. Birkaç sene önce meydana gelen Buâs harbinde her iki kabileden pek çok kişi ölmüş, geriye nice dul ve yetim kalmıştı. Şehirde üç tane de Yahudi kabilesi yaşıyordu. Bu Yahudiler rahat durmuyor, Araplar arasındaki düşmanlığı körüklemek ve iç savaşı sürdürmek için sürekli bozgunculuk yapıyor, fitne fesat çıkarıyorlardı. Ne gariptir ki Yahudi kabileleri de aralarında anlaşamıyor, dindaşlarına karşı Evs ya da Hazrecle ittifak kurup kendilerini korumaya çalışıyorlardı.  Arap yarımadasında kavga gürültünün, kin ve nefretin bu denli yaşandığı başka bir şehir yoktu. Kur’ân’ın ifadesiyle insanlar ‘bir ateş çukurunun tam kenarında’ kurtarıcılarını bekliyorlardı. 

Bir gün şehre güler yüzlü, tatlı sözlü bir genç geldi. O, âlemlere rahmet olarak gönderilen Son Peygamber’in merhametli elçisi, İslam’ın ilk öğretmeniydi.  O, bir zamanlar Mekke’nin en güzel giyinen ve en yakışıklı genci olup nimetler içinde yüzerken tüm bunları terk eden, zindanları, işkenceleri, açlık ve susuzluğu, gurbeti tercih eden yüce davetçi Hz. Mus’ab b. Umeyr (ra) dı. Hz. Mus’ab o güne kadar inen ayetleri ezbere bilen, hitabeti güçlü samimi bir davetçiydi. O, Hz. Muhammed (asm) efendimizin Yesrib’e hediyesi, Mekke’deki mazlumların ümidiydi.

Hz. Mus’ab Medine’ye vardığında Hz. Ebû Ümâme Es’ad b. Zürare (ra) ın evine misafir oldu. Hz. Es’ad Yesribin ilk gülü, Ensarın öncüsüydü. Akabe’de beş arkadaşıyla Efendimize iman etmiş, bir sene sonra bu kez  on bir arkadaşıyla birlikte İslam Peygamberine (asm) beyat etmişti. Hz. Mus’ab, Hz. Esad’la birlikte ev ev dolaşıyor, İslam’ı anlatıyordu.

Yesrib’de rahmet rüzgârı esiyor, şehir Mekkeli davetçiyi, onun nurani yüzünü, anlattıklarının güzelliğini, okuduğu ayetleri, barış ve sevgi dolu mesajını konuşuyordu.  Huzur ve mutluluğu unutmuş olan bu şehre yeni bir nefes gelmiş,  Yesrib’in sahte tanrıları, şehri işgal eden putlar ve bu putlarla iktidar olanlar dillerini yutmuştu. Putlar, savaşı durduramamış, akan kana mani olamamıştı. Mus’ab’ın dilinden kardeşlik ve sevgi sözcükleri dökülüyor, etrafındaki halka her geçen gün daha bir genişliyordu. Şehrin kasveti dağılıyor, Hz. Mus’ab’ın dinine girenlerin yüzünde mutluluk okunuyor, imanın verdiği huzur dalga dalga yayılıyordu.

Hz. Muâz b. Cebel’in tertemiz yüreği bu rahmetten uzak kalamazdı. Selemeoğullarının diğer gençleriyle birlikte hemen Mekkeli davetçinin yanına, Hz. Esad’ın evine koştu. Müslüman olduğunda henüz on sekiz yaşındaydı. Tıpkı Mekke’deki gibi Medine’de de önce gençler İslam’a koşuyor, bu yüce emaneti ilk önce onlar sahipleniyordu.  Bu öyle yüce bir emanetti ki ona sahip çıkanlar her daim genç kalıyorlardı.

Hz. Muâz Müslüman olur olmaz yüreğine henüz görmeden iman ettiği Hz. Resulullah’ın (asm) aşkı düştü. Bir yolunu bulup onu görmeli, hasretini dindirmeliydi. Hac mevsimi geldiğinde Medineli hacılarla birlikte Mekke’ye, Efendimizi görmeye gitti. Akabe vadisinde yetmiş beş hemşerisiyle birlikte Hz. Resulullah’a (asm) beyat etti, ölünceye kadar bağlılık sözü verdi.  Hz. Muhammed (asm) efendimizi gördüğünde yüreği nasıl coşmuş, kim bilir neler hissetmişti?  Onu görmek, onu dinlemek, elini mübarek elinin üzerine koyup ona söz vermek nasıl bir mutluluktu. Sevgili Peygamberimizin (asm) güler yüzü, mübarek sözleri ölü ruhlara hayat, gönüllere şifa verir, O’nun bir bakışı mevsimleri değiştirir, kışları bahara çevirirdi.

Hz. Resulullah’ı (asm) gördükten sonra sanki yeniden doğmuş, yüreği iman nuru ve mücadele ruhuyla dolmuştu.

Yesrib’te bulunan Amr b. Cemûh Selemeoğullarının yaşlılarından, sevilen sayılan bir kimseydi. Hz. Mus’ab b. Umeyr’i sevmiyor, anlattıklarını çok tehlikeli buluyordu. Ona göre en doğrusu atalarından kendilerine miras kalan geleneklere sahip çıkmaktı. Hz. Mus’ab’a ve okuduğu ayetlere kulak vermiyor, Menât isimli putunu her şeyden çok seviyor, önünde saygıyla eğilmekten büyük zevk alıyordu.

Hz. Muâz’ın yüreği sevgi doluydu. Amr b. Cemûh gibi bir ihtiyarın hidayete erdirebilmenin yollarını arıyordu. Amr b. Cemûh’un oğlu Muâz da babasının durumuna çok üzülüyor, onu ateşten kurtarmayı arzuluyordu. Nihayet iki Muâz bir araya geldi ve Amr’ın evde olmadığı bir saatte putunu alıp pislik dolu bir çukura yuvarladı. Amr b. Cemûh eve gelip putunu bulamadığında derin bir üzüntü yaşadı. Hemen sokağa fırladı ve her yerde putunu aradı. Nihayet putunu pislik dolu bir çukurda buldu. Yüreği öfkeyle doldu. Putuna bunu yapanları bulduğu takdirde neler neler yapacağını söyledi, küfürler hakaretler savurdu. Putunu eve getirdi, yıkadı temizledi. Güzel kokular sürdü ve sonra önünde saygıyla eğildi.

Fakat ne Muâz b. Cebel’in ne de Muâz b. Amr’ın vazgeçmeye niyeti vardı. İki arkadaş ertesi gün yine putu alarak pislik dolu bir yere attılar. Amr b. Cemûh oğlunun Müslüman olduğunu bilmiyor, alıp götürenlere beddua ediyordu. Putunu pislik dolu yerden çıkarıp yine evine götürdü. Yıkadı, temizledi, güzel kokular sürdü sonra yanına bir kılıç koydu ve işin böyle devam edemeyeceğini, bir dahaki sefere verdiği kılıçla kendisini koruması gerektiğini söyledi. Öyle ya kendisini koruyamayan ilah Amr’ı nasıl kollayacaktı?

İki arkadaş Menat adlı putu alıp bu sefer de çöplüğe, bir köpek leşinin yanına attılar. Put, iki arkadaşa mani olamamış, kılıcı kaldırıp kendini koruyamamıştı. Amr, putu köpek leşinin yanında pislik içinde gördüğünde artık her şeyi anlamış, kendisine bile hayrı olmayan bir putun ilah olamayacağını kavramıştı. Yapacak bir şey yoktu. Hz. Mus’ab b. Umeyr’in yanına gitti ve Müslüman oldu. Onun İslam’a girişi Medine Müslümanlarına büyük güç verdi. Henüz çok genç olan Hz. Muâz, kabilesinin liderine iman yolunu göstermiş, dünyalara sahip olmaktan daha büyük bir mutluluğa nail olmuştu.

Hz. Amr b. Cemûh (ra) Müslüman olduktan sonra ancak birkaç yıl yaşadı. Ne ihtiyar haline ne de topal ayağına aldırış etti, Efendimizle (asm) birlikte Uhud’a, zalimlerle savaşmaya gitti. Savaşın en şiddetli anında sağlam ayağının üzerinde sekerek düşmanın ortasına atıldı. Oğlu Hallad da babasının yanından ayrılmıyor, onu düşmandan korumaya çalışıyordu. Baba oğul Uhud Dağı’nın eteğinde kahramanca savaşarak şehit oldular. 

Genç Muâz, Amr b. Cemûh gibi nicelerinin imanına, ebedi mutluluğuna vesile olmuştu. O,  Sa’lebe b. Aneme ve Abdullah b. Enis ile birlik olur Selemeoğullarının putlarını kırardı. On sekiz yaşındaki Hz. Muâz genç yaşında tevhid mücadelesi veren ve kavminin putlarını kıran Hz. İbrahim’i (as)  hatırlatıyordu. 

Yıllar sonra bir gün Hz. Abdullah b. Mesud (ra), Hz. Muâz’ı (ra) anarken “Şüphesiz Muâz Allah’a itaat eden, Hakk’a yönelen bir önderdi. Ve hiçbir zaman müşriklerden olmadı.” dedi. Yanındakiler hemen “Ey Ebû Abdurrahman,  Allah Teâlâ “İbrahim Allah’a itaat eden, Hakka yönelen bir önderdi, buyurmuş ve bu ifadeyi Hz. İbrahim için kullanmıştır” (Nahl 120). dediklerinde Hz. İbn Mesud cümlesini tekrar etti ve “Muâz b. Cebel de böyleydi. O Allah ve Resul’üne itaat eden, hayrın muallimiydi.” diyerek onun yüce şahsiyetini ortaya koymuş oldu.

İman öyle bir cevherdi ki sahibini baştanbaşa değiştiriyor, tüm korkuları alıp götürüyor, insana bitip tükenmez bir enerji veriyordu. İmanlı bir yürek, Firavun’un karşısında hak sözü söylerken en küçük bir tereddüt göstermiyor, ateşlere atılırken dahi feryadu figan etmiyor, celladına gülümsemekten kendini alamıyordu. İman insanı yeniden diriltiyor ve ona muâzzam bir güç kazandırıyordu. Hz. Muâz bu imanla mücadelesini sürdürüyor, gün geliyor elinde baltasıyla putları kırıyor,  gün geliyor Yahudi âlimlerin karşına çıkıyor ve:”Ey Yahudiler, Allahtan korkun ve Müslüman olun. Biz müşrik iken siz bize ‘Yakında bir peygamber gelecek biz ona inanacağız ve sizi mağlup edeceğiz.’ diyordunuz. Onun sıfatlarını bir bir sayıyor, onun gelişini hasretle bekliyordunuz. Ne oldu da şimdi onu inkâr ediyorsunuz” diyerek onları Allah ve Resul’üne iman etmeye çağırıyordu.

Hz. Peygamber (asm) hicretin 9. yılı Rebîülâhirinde (Ağustos 630) Hz. Muâz’ı, Hz. Ebû Mûsâ el-Eş‘arî (ra) ile birlikte Yemen’e elçi, zekât memuru ve kadı sıfatıyla gönderdi. Hz. Muâz’ı Yemen’e giden heyete başkan tayin ederek onun Yukarı Yemen’de, Hz. Ebû Mûsâ’nın da aşağı Yemen’de görev yapmasını istedi. İslâmiyet’i kabul eden ilk Himyer meliklerinden Hâris b. Abdükülâl’e, Hz. Muâz ile bir mektup gönderdi. Hz. Muâz’ın Yemen’de kadılık yaparken nasıl hüküm vereceğiyle ilgili olarak Resûl-i Ekrem (asm) ile aralarında geçen konuşma meşhurdur. Hz. Resulallah’ın (asm) sorularına cevap veren Hz. Muâz önce Allah’ın kitabına göre hükmedeceğini, aradığı delili Kur’an’da bulamazsa, Hz Resûl-i Ekrem’in (asm) sünnetini dikkate alacağını, aradığını orada da bulamazsa kendi kanaatine göre hüküm vereceğini söyleyince Hz. Peygamber memnun oldu ve Hz. Resulallah’ın (asm) elçisine, Hz. Resûlullah’ı hoşnut edecek şekilde cevaplar verdiren Allah’a hamdetti (Ebû Dâvûd, “Aḳżıye”, 11; Tirmizî, “Aḥkâm”, 3). Ayrıca halka kolaylık gösterip zorluk çıkarmamalarını, müjde verip nefret ettirmemelerini tembih etti (Buhârî, “Meġāzî”, 60; Müslim, “Cihâd”, 7). 

Yemen heyetini uğurlarken bir süre Hz. Muâz’ın yanında yürüyen Resûl-i Ekrem’in (asm) ona belki bir daha görüşemeyeceklerini, Medine’ye döndüğünde sadece mescidini ve kabrini bulacağını söyleyince Hz. Muâz ağladı; Hz. Peygamber de onu teselli etti (Müsned, V, 235).

Hz. Muâz b. Cebel her zaman Resûl-i Ekrem’in (asm) yanında bulunmaya gayret eder, merak ettiği konuları sorup öğrenirdi. Hz. Peygamber de onu sever, bazan Ufeyr adlı eşeğinin terkisine bindirirdi (Buhârî, Cihâd”, 46)

Hz. Muâz bir gün mahallesinde yatsı namazını kıldırırken Bakara sûresini okumuş, ziraatla uğraştıkları için yorgun düşen cemaatten bazıları onu Hz. Peygamber’e (asm) şikâyet edince Hz. Resûlullah (asm) ona, namazı daha kısa sûrelerle kıldırmasını istemiştir (Buhârî, “Eẕân”, 60, “Edeb”, 74)

Asr-ı saâdet’te Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını ezbere bilen birkaç kişiden biri olan Hz. Muâz, Hz. Resûlullah’ın  (asm) kendilerinden Kur’an öğrenilmesini tavsiye ettiği dört sahâbî arasında yer alıyordu. Yine o devirde fetva veren altı sahâbîden biri olan Hz. Muâz’ı, Resûl-i Ekrem helâl ve haramı en iyi bilen kişi olarak gösterir, kendisine “Muâz ne iyi adam!” diye iltifat eder, kıyamet gününde onun âlimlerin önünde yürüyeceğini söylerdi (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 8, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 16; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 119)

Hz. Muâz’ın, Hz. Peygamber’in kâtiplerinden olduğu (M. Mustafa el-A‘zamî, s. 102-103) ve hazinedarları arasında yer aldığı (DİA, XVII, 141) zikredilmiştir. 

İnsanlara iyiyi ve hayırlı olanı öğretmesi ve güçlü bir imana sahip olması sebebiyle sahâbîler onu Hz. İbrâhim’e (as) benzetirdi. Hz. Ömer (as) hilâfeti zamanında fıkhî meseleler için Hz. Muâz b. Cebel’e başvurulmasını tavsiye ederdi. Hz. Muâz geceleyin bir süre uyuduktan sonra kalkıp Kur’an okur ve namaz kılardı. Daha dinç ibadet edebilmek niyetiyle uyuduğunu, bu sebeple uykusundan da sevap beklediğini söylerdi (Buhârî, “Meġāzî”, 60, “İstiṭâbe”, 2; Müslim, “İmâre”, 15)

Hz. Muâz’ın Allah’ı zikrederek imanı güçlendirmek gerektiğini anlatmak üzere, “Gelin, bir saat oturup mümin olalım” dediği nakledilmiş (Buhârî, “Îmân”, 1); “Oğlum! Namaza durduğunda dünyaya veda etmek üzere olduğunu ve oraya bir daha dönmeyeceğini düşün” (İbn Ebû Âsım, s. 180); “İnsanlarla az, Rabbinle çok konuş; belki o zaman kalbin Rabbini görür” (Abdülhamîd Sâlih Hamdân, s. 67) gibi sözlerine kaynaklarda yer verilmiştir.

Hz.Muaz (ra), Hz. Resulullah (asm) efendimizin mucizelerine hakkalyakin bir surette şahit olmuştur. Risale-i Nur külliyatında Mucizat-ı Ahmediye (asm) bahsinde şahid olduğu mucize şöyle geçer:

Başta İmam-ı Mâlik, Muvatta' kitab-ı mu'teberinde, Muaz İbn-i Cebel gibi meşahir-i sahabeden haber veriyor ki: Hazret-i Muaz İbn-i Cebel dedi ki: Gazve-i Tebük'te bir çeşmeye rastgeldik, sicim kalınlığında güç ile akıyordu. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm emretti ki: "Bir parça o suyu toplayınız." Avuçlarında bir parça topladılar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, onunla elini yüzünü yıkadı; suyu çeşmeye koyduk. Birden çeşmenin menfezi açılıp, kesretle aktı; bütün orduya kâfi geldi. Hattâ bir râvi olan İmam İbn-i İshak der ki: Gök gürültüsü gibi, toprak altında o çeşmenin suyu gürültü yaparak öyle aktı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Muaz'a ferman etti ki:  

يُوشِكُ يَا مُعَاذُ اِنْ طَالَتْ بِكَ حَيَاةٌ اَنْ تَرٰى مَا هٰهُنَا قَدْ مُلِئَ جِنَانًا 

Yani: Bu eser-i mu'cize olan mübarek su devam edip, buraları bağa çevirecek; ömrün varsa göreceksin. Ve öyle olmuştur.(Mektubat - 122)

Hz. Muâz b. Cebel, (638) yılında Ürdün’de Kusayru Hâlid’de Amvâs tâunu diye bilinen veba salgınında iki oğlu ve hanımıyla birlikte vefat ettiler. Rabbim Âli ruhlarını şad eylesin ve bizleri de şefaatlerine mazhar etsin inşallah.

Yazarın Diğer Yazıları


Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.