Hz.Abdullah b. Cahş, Rasûl-i Ekrem (asm) henüz Daru’l-Erkam’a girmeden evvel İslâmî tebliğin ilk günlerinde Müslüman oldu. Müslüman olduğunda yirmi beş yaşlarındaydı.
Mekke müşrikleri, zulüm ve baskılarını iyice artırıp müminlere dayanılmaz işkenceler yaptıklarında Hz. Abdullah ve kardeşleri Habeşistan’a hicret etmişlerdi.
Habeşistan’dan Mekke’ye dönen Hz. Abdullah b. Cahş kısa bir süre sonra yeniden yollara düştü. Allah’ın dininin yeryüzüne hâkim olması için yerini yurdunu terk ederek Medine’ye hicret etti. Hz. Abdullah, Medine’ye göç ederken bütün sülalesini de beraberinde götürdü.
Efendimiz (asm) Medine’ye hicret ettikten sonra Hz. Abdullah b. Cahş ile ensardan Hz. Âsım b. Sâbit’i (r.a.) kardeş ilan etti. Hz. Abdullah ve Hz. Âsım Allah yolunun fedaisi, yürekleri cihad aşkı ve şehadet özlemiyle dolu cesur kimselerdi. Allah Resulü (asm) idealleri, dertleri bir olan iki mücahidi birbirine kardeş etmişti.
Mekkeli müminlerin Medine’ye göç etmeleri üzerine evleri barkları sahipsiz kalmış, Mekke’deki pek çok sokak ve mahalle kimsesiz, âdeta ölü bir hâle gelmişti.
Sahâbilerin hicret etmeye başlamasının henüz ilk günlerinde Mekke sokaklarını teftiş eden müşrik liderler, Cahşoğullarının yaşadığı bölgeye geldiklerinde hiç kimsenin olmadığı, bütünüyle terk edilmiş bir mahalle ile karşılaştılar. Utbe b. Rebîa yerden kalkan tozları, gıcırdayan kapıları ve hiçbir neşesi kalmamış hüzün dolu evleri gördüğünde derin bir üzüntü duydu ve şöyle demekten kendini alamadı:
- Cahşoğullarının ıssız kalmış evleri sahiplerinin ardından gözyaşı döküyor.
Bu sözden rahatsız olan Ebû Cehil, Utbe’ye şu cevabı verdi:
- Onlar kim oluyorlarmış ki evleri onların peşinden gözyaşı dökecek.
Allah Resulü (asm) ve arkadaşları Medine’ye hicret ettiklerinde Mekkeli müşrikler, Medine halkına tehdit dolu mektuplar yazdılar. Bu mektuplarda Efendimiz’i ve arkadaşlarını derhâl kendilerine teslim etmelerini, aksi takdirde Medine’ye saldıracaklarını ve eli silah tutan herkesi öldürüp, kadınları esir alacaklarını ifade ettiler. Medine’de bulunan üç Yahudi kabilesi, şehirde yaşayan müşrikler ve onlarla iş birliği hâlinde olan Mekkeli müşrikler İslâm toplumunu tehdit ediyorlardı.
Mekke’nin önde gelenleri, müminlerin geride bıraktıkları evlerine ve eşyalarına el koydular. Ebû Süfyân b. Harb da Hz. Abdullah b. Cahş’ın evini ele geçirerek evi ve eşyaları dilediği gibi kullanmaya başladı. Zira Hz. Abdullah’ın evi diğer evlerden daha güzel ve daha bakımlı idi. Fakat güzel ve ferah evler, iştahları kabartan dünyevî nimetler, hayatın vazgeçilmezi saydığımız, kavgaya, savaşa sebep olan şeyler Hz. Resulün (asm) sevgili dostları için ayak bağı olmadı.
Müslümanlara diş bileyen azgın Mekke’li müşrikler, Müslümanların Mekke’de bıraktıkları evlerine el koymuş, eşyalarını satışa çıkarmış, elde edecekleri gelirle Müslümanlara karşı savaşmaya ve İslâm devletini ortadan kaldırmaya karar vermişlerdi.
Allah Teâlâ, Medine içerisinde gerekli düzenlemeleri yapan ve kısa sürede birbirine kenetlenmiş bir İslâm toplumu oluşturan Peygamberimize (asm), hicretin ikinci yılının başında İslâm düşmanlarına karşı cihad izni verdi:
“Zulme uğrayan müminlere savaşma izni verildi. Elbette ki Allah müminlere yardım etmeye kadirdir. O müminler, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için yurtlarından çıkarılmışlardır.”
Peygamberimiz bu âyet-i kerimelerin verdiği izin sonrasında İslâm’ı ortadan kaldırmaya çalışan düşmanlara fırsat vermemek, onların her türlü faaliyetlerini önceden öğrenmek, Kureyş müşriklerinin saldırılarına karşı tedbir almak ve Mekkelilerin Suriye ticaret yolunu kontrol altında tutmak amacıyla birçok askerî harekât düzenledi.
Raoul-i Ekrem (asm) bir gece, yatsı namazını kıldıktan sonra, Hz. Abdullah bin Cahş’ı yanına çağırarak sabah namazına silahlarını kuşanmış bir şekilde gelmesini söyledi. Sabah olduğunda muhacirlerden oluşan sekiz kişilik bir müfreze hazırladı ve başlarına Hz. Abdullah bin Cahş’ı komutan tayin etti. Allah Resulü (asm), Übeyy bin Ka’b’a bir mektup yazdırarak zarfını kapattı ve mektubu Hz. Abdullah’a verdi. Efendimiz, Hz. Abdullah’a Medine’nin doğu istikametindeki Necid yolunda ilerlemesini, iki gece sonra mektubu açmasını ve içindeki emre göre hareket etmesini söyledi. Daha sonra müfrezeyi oluşturan ashabına dönerek şöyle buyurdu:
“İçinizden açlığa ve susuzluğa en dayanıklı olanınızı emir olarak tayin ediyorum.” Böylece sahâbiler arasında “müminlerin emiri Emiru’l-müminîn” unvanı ilk kez Hz. Abdullah bin Cahş’a verilmiş oldu.
Daha önce düzenlenen seriyyelere amcası Hz. Hamza (r.a.) ve Hz. Ubeyde bin Hâris’i (r.a.) komutan olarak tayin etmiş, şimdi ise bu görevi Hz.Abdullah bin Cahş’a vermiştir
Sefere çıkan Müslümanların, nereye ve hangi amaçla gittiklerini dahi bilmemeleri ve iki gün sonra mektubun açılmasıyla birlikte görevlerini öğrenmiş olmaları çok manidardır. Efendimiz (asm) harekâtın hedefine ulaşması için her türlü tedbiri almış, sahâbiler de emri sorgulamayarak lidere nasıl itaat edilmesi gerektiğini göstermişlerdir.
Peygamberimizin (asm) açlık ve susuzluğa en dayanıklı olan kimseyi emir tayin etmesi, bir görevin verilmesi sırasında liyakatin dikkate alınması gerektiğini, kişinin diğer özelliklerinden ziyade, vazife ile ilgili aranan şartlara ne kadar uygun olduğuna bakılmasının daha önemli olduğunu göstermektedir.
Hz. Abdullah b. Cahş, bu seriyyeden iki ay sonra cereyan eden Bedir Savaşı’na da katılmış ve Mahzûmoğullarının önde gelenlerinden biri olan Velîd b. Velîd’i esir almıştır. Velîd, Kureyş’in lideri Velîd b. Muğîre’nin oğlu olup Hz. Halid b. Velîd’in de kardeşidir. Bedir Savaşı’nda müşriklerden yetmiş tanesi esir alınmıştı. Efendimiz (asm) bu esirlerin durumu ile ilgili olarak Hz. Ebû Bekir (r.a) ve Hz. Ömer’in (r.a.) yanısıra Hz. Abdullah b. Cahş (r.a.) ile de istişare etmiştir ki; bu durum bize Hz. Abdullah’ın Resul-i Ekrem’in (asm) nazarındaki kıymetini gösterir.
Bedir Savaşı’nda büyük bir hezimet yaşayan, liderlerinden pek çoğunu kaybeden Kureyşliler, ertesi yıl intikamlarını almak üzere üç bin kişilik büyük bir orduyla Müslümanların karşısına çıktılar. Medine’nin hemen yanı başında, Uhud Dağı’nın etrafında cereyan eden bu savaş oldukça kanlı geçmiş, Allah’ın dinini yüceltmek ve Efendimiz’i (asm) korumak amacıyla sahâbiler canlarını feda etmiş, eşsiz kahramanlıklar göstermişlerdir.
Hz. Abdullah b. Cahş’ın Uhud Savaşı’ndaki fedakârlığı ve mücadelesi ise bambaşkadır. Ashâb-ı Kirâm’ın önde gelenlerinden Hz. Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) şöyle anlatıyor:
Uhud Savaşı’nın başlamasından hemen önce Abdullah yanıma gelerek bana şöyle dedi: Gel, bir köşeye gidelim de Allah’a dua edelim. Sen benim duama “âmin” de, ben de senin duana “âmin” diyeyim. Ben “Olur.” deyince bir kayanın ardına gittik. Sonra ben dua etmeye başladım: “Allah’ım! Savaş sırasında karşıma güçlü kuvvetli bir düşman çıkar. Ben onu öldüreyim ve üzerindeki kıymetli eşyaları ganimet olarak alayım.”
Ben duamı bitirince Abdullah “Âmin” dedi ve kendi duasına başladı:
“Ya Rabbi! Savaş meydanında karşıma güçlü, kuvvetli bir düşman çıkar. Ben onunla çarpışayım. O beni öldürsün. Burnumu ve kulaklarımı kessin. Yarın Senin huzuruna çıktığımda, Sen bana: ‘Ey kulum, burnun ve kulakların nerede, burnun ve kulakların neden kesildi? ’dediğinde, ben ‘Senin ve Resûlünün rızası için kesildi.’ diyeyim.”
Hz. Abdullah’ın duası bittiğinde, söz verdiğim için “Âmin” demek zorunda kaldım.”
Nihayet savaş başladı. İki taraf kıyasıya savaşıyor, tam bir can pazarı yaşanıyordu. Hz. Abdullah, düşman saflarının ortasına dalmış cihad ediyor, ölüme meydan okuyordu. Savaşın iyice kızıştığı bir sırada elindeki kılıcı kırılıverdi. Kılıcı olmadan nasıl savaşabilirdi? Hemen Allah Rasûlünün (asm) yanına gitti. Efendimiz, Hz. Abdullah’a bir hurma dalı vererek bununla savaşmasını emretti. Hz. Abdullah, hurma dalını eline aldığında dalın keskin bir kılıca dönüştüğünü hayranlıkla seyretti. Yeniden savaş meydanına döndüğünde elinde mucizevî bir kılıç tutuyordu.
Hz. Resulullah (asm) efendimizin bu mucizesi Risale-i Nur külliyatında Mucizat-ı Ahmediye bahsinde şöyle geçer:
“İbn-i Abd-il Berr gibi bir allâme-i asır ve ehl-i tahkikin büyüklerinden nakl ve tashih ediyorlar ki: Gazve-i Uhud'da Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın halazadesi olan Abdullah İbn-i Cahş harbederken kılıncı kırıldı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona bir değnek verdi. O değnek, onun elinde bir kılınç oldu. Onun ile harbetti. O eser-i mu'cize olan kılınç, bâki kaldı. Meşhur İbn-i Seyyid-in Nas siyerinde haber veriyor ki: Bir zaman sonra, Abdullah o kılıncı Bugay-ı Türkî namında bir adama, ikiyüz liraya sattı. İşte bu iki kılınç asâ-yı Musa gibi birer mu'cizedir. Fakat asâ-yı Musa, vefat-ı Musa'dan sonra vech-i i'cazı kalmadı. Fakat şunlar bâki kaldılar.” Mektubat - 137
Uhud Savaşı Müslümanlar için oldukça sıkıntılı geçti. Bir ara tamamen dağılan İslâm ordusu, ölmeyi yaşamaya tercih etmiş mukaddes mücahidler sayesinde toparlanarak müşriklere kesin bir zafer kazanma fırsatı vermedi. Düşman savaş meydanını terk ettiğinde Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas, Hz. Abdullah b. Cahş’ın paramparça edilen vücudu ile karşılaştı. Hz. Abdullah, Ebû’l-Hakem b. Ahnes b. Şerik tarafından şehid edilmiş, burnu ve kulakları kesilmişti.
Etrafa baktığında bir ağacın dalına asılan bir ipin ucundaki burnu ve kulakları gördü. Müşrikler Nahle Seriyyesi’nin kahraman komutanı Hz. Abdullah’ın vücudunu, parmaklarını, burnunu ve kulaklarını doğrayarak intikam almışlardı. Hz. Abdullah’ın duası kabul olmuş, Allah yolunda şehid olmuştu.
Hz. Sa’d bu hadiseyi anlatırken, “Abdullah b. Cahş’ın duası, benim duamdan daha hayırlıydı.” derdi.
İman edenler, imanlarını salih amelleriyle ispat edenler, hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, ölüme meydan okuyanlar… İşte onlar Abdullah ve arkadaşlarıdır. Onlar Allah’ın rahmetine, Rablerinin vaat ettiği Firdevs Cennetlerine layık mümin, muhacir ve mücahitlerdir.
Allah Resulü (asm) Uhud şehidlerini, dünyadaki dostluklarına veya akrabalıklarına göre ikişer ikişer defnediyordu. Kırk yaşlarında şehid olan Hz. Abdullah’ı da şehidlerin seyyidi dayısı Hz. Hamza ile aynı mezara defnetti.
Bir defasında Efendimiz (asm) Hz. Abdullah’a dünyada en çok ne istediğini sormuştu da Hz. Abdullah şu cevabı vermişti: “Benim dünyada en büyük hedefim Allah ve Resulünün sevgisini kazanmaktır. Gözümde başka bir şey yoktur.”
Allah ve Resûlünün (asm) sevgisi için yaşayan, bu sevgiyi elde etmek için canını feda eden Hz. Abdullah b. Cahş radıyallahu anh'a, kahraman dayısına ve bütün Uhud şehidlerine selam olsun. Onların şehid olduğu dava üzerinde yaşamayı ve ölmeyi Rabbim hepimize nasip eylesin. Âmin.
