Okuma süresi: 3 dakika
Bir düşünün; sabah uyanır uyanmaz elimiz telefona gidiyor. Günün ilk dakikasında parmaklarımız ekranı kaydırıyor, gözlerimiz ışığa alışmadan bildirimleri kontrol ediyoruz. Sonra ne oluyor? Bir bakmışız, kahvaltı, okul, iş derken saatler geçmiş. Ama fark ettiniz mi, hiçbir şey yapmamış gibi hissediyoruz.
Sosyal medya, adeta modern çağın görünmez zamanı. Her şey o kadar hızlı akıyor ki, bazen kendi hayatımızdan çok başkalarının hayatlarını izleyerek yaşıyoruz. “Bugün ben ne öğrendim?” sorusu yerini “Bugün ne paylaştım?”a bırakıyor.
Ama asıl soru şu: Peki biz kendi hayatımızın hikâyesinde başrol müyüz, yoksa sadece izleyici mi?
Bir kafede oturup kahve içen gençlere bakıyorum. Hepsi bir ekrana kilitlenmiş. Masada sohbet yok, gülüşmeler yok. Ama herkes “bağlantıda.” Ne garip değil mi? Hepimiz çevrimiçiyiz ama giderek birbirimizden kopuyoruz.
“Zamanı yönetmek ekran süresini azaltmak değil, hayatı çoğaltmaktır.”
Üstelik bu sadece zaman değil, dikkat kaybı da. Saatlerce kaydırmak, beynimizi kısa süreli dopamin patlamalarına alıştırıyor. Gerçek bir başarı, sabır, üretkenlik ise giderek sıkıcı gelmeye başlıyor. Çünkü “anında tatmin” kültürü her yerde.
Ama üretmek, bir şey ortaya koymak; sabır ister, emek ister. Sosyal medyanın süresi değil, ömrün anlamı kısalıyor.
Bazen denemek gerek:
Telefonu bir saatliğine kenara koyun.
İlk 10 dakikada canınız sıkılacak, belki eliniz yine telefona gidecek. Ama sonra bir sessizlik gelecek… O sessizlikte kendinizi yeniden duyarsınız.
İşte o an, gerçek hayat başlar.
Zamanı yönetmek aslında ekran süresini azaltmak değil, hayatı çoğaltmak demek.
Kitap okumak, yürümek, üretmek, konuşmak, dinlemek… Hepsi sosyal medyada paylaşılmadan da güzeldir.
Belki de artık “beğenilerden” değil, gerçek yaşanmışlıklardan beslenme zamanı.
Sizce sosyal medya, hayatımızı kolaylaştırdı mı yoksa biz fark etmeden bizi tutsak mı etti? Görüşlerinizi yorumlara yazın.
