• BIST 100

    11193,10%0,03
  • DOLAR

    42,58% 0,03
  • EURO

    49,62% 0,08
  • GRAM ALTIN

    5756,36% 0,35
  • Ç. ALTIN

    9271,20% -0,26

DR. VEHBI KARA


Faizsiz Finans Neden Şart? Ekonomide Riba Tartışması

Faiz ve riba kavramlarının ekonomik sistemde nasıl tahribat oluşturduğunu ele alan bu yazı, faizsiz finansın Türkiye için neden zorunlu hale geldiğini ve katılım bankacılığının yükselen önemini anlatıyor.


Hazine ve Maliye Bakanlığına atanan bir bakanımız, yıllar önce “En önemli önceliğimiz yüksek faiz değil, yatırım ve istihdamdır.” demişti. Fakat günümüzde faizcilik ve tefecilik almış başını gitmiştir. Hükümetimiz açıkça faiz lobisine yenik düşmüş ve ekonomik sıkıntılar artmaya devam etmiştir.

Hâlbuki 1975 yılından beri ülkemizde başarıyla uygulanmakta olan “faizsiz bankacılık” sisteminin kamu kurumlarında daha etkin bir şekilde yer alması gereklidir. Zira faiz ve tefecilik, dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar ülkemizde yaygın ve güçlüdür.

Her şeyden önce kamu bürokratları ve akademisyenlerin düşünmesi gereken bir husus var. Bir dönem “negatif faiz” olarak adlandırılan ve Japonya, İsviçre, Danimarka ile İsveç gibi ülkelerde uygulanan bir olgu vardır. Dünyanın gelişmiş ekonomilerinde ve ABD’de faiz oranları ise “yüzde 3” gibi çok düşük seviyelerdedir.

Bu konuda, yani faiz ve tefecilik bataklığına saplanmış bazı bürokrat ve akademisyenlerimizi ikna etmek çok zordur. Aslında bugüne kadar faizden başka bir sistemi görmeyen kişilere iktisat kaidelerinden bahsetmek çok da faydalı değildir. Fakat makale sınırlarını biraz aşmış olsa da bunu yapmaya çalışacağım.

Faizci ve tefeci insanların zekâları ve beyin kapasitesi, bunu idrak etmekten ve anlamaktan acizdir. Yine de herkesin anlayabileceği bir dille izah etmeye gayret edeceğiz. Ancak bundan önce, yaşadığımız döviz kriziyle ilgili birkaç hususu arz etmek istiyorum.

ABD Başkanı Biden, seçilmeden önce Türkiye’nin içişlerine müdahale ederek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı iktidardan indireceğini ve bunu darbe ile yapmayacağını söylemişti. Bu skandal sözlerin çirkinliği bir yana, şu anda tam da ifade ettiği gibi bir askerî darbe yapmadan döviz kurlarını aşırı derecede yükselterek hükümetimize darbe vurmaya ve onu yıkmaya çalışmaktadır.

Faizin indirildiği için bu durumun meydana geldiğini iddia edenler ya iktisat ilminden anlamıyorlar ya da düpedüz yalan söylüyorlar.

İhracatımızın Artması Gereklidir

İhracatın artmasıyla birlikte ülkemiz, kişi başına gelir ve gayrisafi millî hasılasını büyütebilen bir ülke olarak 2025 yılına imza atmaktadır. Bu duruma bir de tedarik zincirindeki kırılmaları ilave edecek olursak, Türkiye’nin tıpkı Çin gibi dünyanın üretim üssü olma ihtimali söz konusu olmaktadır.

Bütün bu gelişmelerin yakın gelecekte Türkiye ekonomisine çok büyük katkı sunacağı kesindir.

Yıllardan beri yüksek faiz nedeniyle ülkemize giren sıcak para sahiplerinin, yatırım yapmadan kazanç sağlayan tefecilerin panikleyip hükümete saldırıya geçmesini anlayabiliyoruz. Burada anlaşılmaz olan husus ise hâlâ Merkez Bankası başkanının faizleri düşürme konusundaki çekingen ve korkak tutumudur.

Hemen Merkez Bankası yöneticilerine şunu soralım:
Yıllardır yattığı yerden zengin olan faiz lobisiyle birlikte hareket etmekten bıkmadınız mı?
Devlet bankalarından aldıkları düşük faizli kredilerle tefecilik yaparak zengin olan haramzadelere “Artık yeter!” deme vakti gelmedi mi?

Bu nedenle hükümetimizin ve ilgili bürokratların yıllardır dile getirilen, faizin bir tuzak olduğunu söyleyen iktisatçılara da kulak vermesi boynunun borcudur.

Dünyada faizin sınırlandığı bir dönemin içindeyiz. Öncelikle negatif faiz ve sıfır faizle ekonomilerini yürüten ülkeler örnek alınmalı, yüksek faizlerle ülkemize giren sıcak paranın “zehirli bir para” olduğu iyi anlaşılmalıdır.

Sıcak para ile sermaye sahipleri, döviz krizleri sayesinde yıllardan beri vurgun üstüne vurgun vurmaktadır. Halkımızın canından dişinden artırdığı paraları ceplerine atıp sonunda ülkeden ayrılmaktadırlar. Geriye iflas etmiş binlerce iş yeri ve ağır faiz borçları altında hayatı zehir olmuş yatırımcılar kalmaktadır.

Öncelikle hükümetimiz bu çirkin gidişe dur demek zorundadır.

Faizsiz Sistemin Önemi

Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Tam 50 yıldır yürürlükte olan faizsiz bankacılık tam bu noktada ekonomimize ilaç olacak nitelikler barındırmaktadır. Faiz ve tefecilik yerine ortaklığı öne süren, risksiz kazanç olan faiz yerine kâr ve zarara ortaklık şeklinde helal kazanca yönelten faizsiz sistem, birçok iktisatçı tarafından dile getirilmektedir.

Bunlardan ders çıkarmak ekonomi yöneticilerinin görevidir. Batının para spekülatörleri olan Yahudileri çok dinlediniz. Şimdi sıra İslam ahlakı ile donanmış ekonomistlere gelmiştir. Onları dinleyelim. Bakın neler söylüyorlar:

İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Bulut, kamu katılım bankalarının katılım finansına dahil olduğunu hatırlatarak katılım bankacılığının genel bankacılık sektöründeki payını giderek artırdığını ve sistemdeki varlığını daha kuvvetli hissettirdiğini söylemektedir.

Katılım bankacılığı, faizle işlem yapılmasının Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre suç olduğu bir sistemdir.

Fakat bizzat devlet içindeki bazı bürokratlar faizsiz sistemi hileli yollarla delmeye çalışmaktadır. Örneğin “sukuk” adı verilen bazı devlet kira sertifikaları apaçık bir tuzak faiz niteliğindedir.

Katılım bankacılığında kira sertifikalarının kanunlarımıza göre suç olduğunu bildikleri için “makyajlı faiz” niteliğindeki bazı “sukuk fonları” devreye sokulmakta ve çirkin bir skandala imza atılmaktadır. Maksat, faizden çekinen ve bu nedenle katılım bankacılığına yönelen vatandaşlarımızı tuzağa düşürmektir.

Bir başka çirkin uygulama ise Diyanet İşleri Başkanlığında görevli bazı bürokratlardan gelmektedir. Bunlar, enflasyon kadar faizin caiz olacağına dair fetvalar vererek dinimizin apaçık hükümlerine karşı gelmektedirler. Unutmamak gerekir ki Kur’an ayetlerinde riba yani faizin az veya çok olması önemli değildir; her ikisi de haramdır.

Bu konuda iktisatçıların bilmesi gereken önemli bir husus şudur:
Enflasyon geçmiş zamanla ilgilidir ve mallar üzerindeki fiyat değişikliklerinin adıdır. Faiz ise gelecekle ilgilidir ve verilen paraya karşı istenilen haksız bir kazanç yoludur. Sapla samanı birbirine karıştırmamak gerekir. “Enflasyon kadar faiz caizdir” diyenler çirkin bir cerbeze ve hilekârlık yapmaktadır.

Merkez Bankası ve Katılım Sistemi

Diğer hususlara gelecek olursak, atılan olumlu adımların başında Merkez Bankası bünyesinde kurulan “Katılım Bankacılığı Müdürlüğü”nden bahsetmek gerekmektedir. Bu sayede katılım finansının kurumsal altyapısının geliştirilmesiyle “faizsiz sistem” güçlenecek ve Türkiye’nin küresel finans merkezlerinden biri haline gelmesi mümkün olacaktır.

Hâlihazırda katılım bankacılığının ilgili sektör içindeki payı çok düşüktür. Hükümetin destek ve gayreti ile uzun süre yüzde 5 civarında olan bu oran son dönemde yüzde 7’yi geçmiştir.

“Faizsiz finans sistemi, riba üzerine kurulu yapıyı değiştirecek tek helal ve sürdürülebilir ekonomik modeldir.”

Ekonomi yönetiminde karar alıcıların daha sağlam, reel sektöre dayanan ve sürdürülebilir kalkınmayı sağlayan faizsiz bankacılık sektörü ile ilgili planlarında kısa vadede pazar payını artırmaya çalışmaları şarttır.

Geleneksel bankacılıktan farklı olarak faizsiz sistemi esas alan katılım bankaları, diğer bankalar gibi Merkez Bankası ile çok sıkı ilişkilere sahiptir. Türkiye’nin faizsiz finansın dünyadaki merkezlerinden biri olması için Merkez Bankasının konuya odaklanarak klasik bankacılık işlemleri sırasında yaşanan sorunlara çözümler getirmesi gereklidir.

İstanbul Finans Merkezi Projesi bu noktada çok önemlidir. Faizsiz bankacılık ile atılacak doğru adımlar ve oluşturulacak sağlam kurumsal yapıyla İstanbul’un sadece bir finans merkezi değil, aynı zamanda faizsiz finansın da merkezi olması mümkündür.

Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Üyesi ve İstanbul Üniversitesi İslam İktisadı ve Finansı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Servet Bayındır’ın faizsiz sistemle ilgili önerileri de çok önemlidir. Kovid süresince 20 sent maliyetle 100 dolar üreten ABD ve aynı maliyetle 500 avro üreten Avrupa ülkelerinin para basarak dünya ekonomisini etkilediğini söylemektedir.

Gerçekten de rakamlar inanılmaz derecede büyümüştür. Örneğin ABD’nin piyasadaki para miktarı bir buçuk trilyon dolar iken şu anda sekiz trilyon doları aşmıştır. Bu durumu bir çeşit şeker hastalığına benzetiyorum: Önce tatlı gibi görünen fakat alışıldığında dozu artarak devam eden diyabet hastalığının sonucu ölümcül olabilmektedir.

Para basarak ABD ekonomisi yıkımın eşiğine gelmiştir. Çünkü üretim yerine tüketimi önceleyen bu ekonomik sistem; Çin’e üretim olarak bağımlı hale gelmiştir. Bir buçuk trilyon dolardan fazla ticaret açığı veren ABD, devamlı para basarak kısa vadede ekonomisini ayakta tutabilmektedir. Fakat orta ve uzun vadede pazarlarını başka ülkelere kaptırmış ABD’nin bu ekonomik yıkımdan kurtulmasına imkân kalmamıştır. Rezerv para olan dolar bir müddet daha ülkeyi ayakta tutabilir; fakat çözüm bulunamazsa finansal bir kriz kaçınılmaz olacaktır.

Bu konuda gelecek tepkilere göre yazmaya devam edeceğim inşallah. Özellikle doktora tezimin konusu içine giren, ortaklık temelli sermaye piyasalarından da bahsetmek isterim. Zira faiz ve tefecilik sistemine alternatif olan kâr ve zarara ortaklık faaliyetleri, gelecek yıllarda çok fazla konuşulacak gibi görünmektedir. Vesselam…

Kategori: Ekonomi – Faizsiz Finans

Yazarın Diğer Yazıları


Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.