Ama daha azına , daha kötüsüne de bakmak durumunda değil miyiz bunu yaparken. Aşağıdaki nicesini görüp şükretmek gibi bir borcumuz yok mu?
Bir haber videosu seyrettim geçen gün. Videoda emekli maaşına sahip olduğunu söyleyen bir kadın öfke içinde bağırıp duruyordu. Videonun sonuna doğru baştakilerin imanını, inancını bile sorguladı. “Ben yiyip içmek, gezip tozmak istiyorum, emekli maaşımla ve yaptığım çeviri ile bunu yapamıyorum” diye ağladı. En son Ben doktor avukat yetiştirdim” dedi.
Konuşmalarından anladığım evde üst nesli ile yaşayan Afgan göçmeni bir ailenin üyesiydi ve bütün bu söylediklerini Türkiye’de yapmıştı. Ah vefasız insan evladı; Afganistan da kalsaydı, temel haklarını bile kullanamayan, can ve namus korkusu ile yaşayan, konuşma hakkına bile sahip olmayan, burkasının ardına gizlenmiş bir can olacaktı. Sokağa kaygıyla çıkıp, ömrünü endişe ile geçirecekti. Burada yaşadığı huzurun kendisi için hiç kıymeti yok gibiydi… Çünkü daha kötüsüne daha zor şartlarda yaşayanlara değil sadece daha iyisine daha konforlu hayatlara bakıyor ve gördükleri onu mutsuz ediyordu.
Düşündüm o zaman insanın vatanında yada sığındığı yurtlarda aldığı huzurlu bir nefes bile şükür vesilesi esasen. Hatta o an o dakika o kadın sığındığı yurdun bağrında baştakilere söver, istediğini alamamaktan hayıflanırken,kimbilir kaç ana üç yaşında beş yaşında ana kucağında evladının yasını tutuyor, kaç baba katiline lanet okuyor yavrusunun…..Kim bilir kaç ocak korkuyla uyku uyumuyor... Kayıpları yüzünden yüreği yangın yeriyken.... Kaç evde soğukta ocak yanmıyor... Kaç tencere yemek yüzü görmüyor, ülkesi tarumar edilmiş çünkü ... Kaç ana evladını aç aç avutmaya çalışıyor.... Düşününce küçücük dertlerinden utanıyor insan, dev gibi acıların karşısında ufalanıyor ve usulca ve utançla diyor ki Rabbine; “Affet Allahım, hadsizliğimizi, doymazlığımızı affet ve bizi acılarla sınama”….
Aslında hepimiz o yokluğun o acıların birer adayı değil miyiz? Ne kadar kenarındayız mutluluğun.... Ne kadar kıyısında varlığın... Nasıl kıymet bilmeden... Nasıl yarını düşünmeden tüketiyoruz ömürü... Bir an evladınla.... Bir an varlığınla.... Bolluğunlasın ... Ailen, eşin, dostun, arkadaşınla.... Varlığı ile zenginleştiğin canlarınlasın.... Ama bir gün yalnızlığa açıyorsun gözünü..Sessizliğe ... Yokluğa… Fakirliğe.... Açlığa.... Ne çok acı var dünyada nedensiz… Yüreğimin almadığı... Hangi Afgan bilirdi cennetten bahçelere benzeyen yurdunun içinden geçilmez bir hal alacağını? Yada hangi Iraklı kendi toprağında başkaları tarafından vurulacağını... Yada bilirmiydi Suriyeli bir ana; gün gelip el memleketine el avuç açıp yavrusunu doyuracağını?
Hayatlarımız bizim değil...
Emanet edilen tek bir nefesin bile binlerce şükür hakkı var. Rabbim verdiklerinin kıymetini, vermediklerinin hikmetini bilmeyi nasip etsin...Ve varlıktan sonra yoklukla sınamasın kimseyi... En mühimi can yokluğu ile...Ve her şeyden mühimi farketmeden alıp tükettiğimiz huzur dolu nefeslerimizin kıymetini bilenlerden eylesin bizi…
Dert de rızıktır ; vereni tanır, sabrı bilir , iman ile mukabele edersen.