"O Ramazan ayi ki, insanlara dogru yolu gösteren, ap açik hidayet delillerini tasiyan ve hak ile bâtilin arasini ayiran Kur'ân, o ayda indirilmistir." (Bakara Sûresi, 2:185)
BIRINCI NÜKTE
Ramazan-i Serifteki ORUÇ, Islâmiyet’in bes esasinin birincilerindendir. Hem Islâmiyet’in sembol olmus isaretlerinin, seairlerinden en önemlilerindendir. Onu izdirapli bir açlik olarak görmek büyük hatadir.
Ramazan-i Serifteki orucun çok hikmetleri, hem Cenâb-i Hakkin Rububiyetine, terbiyeciligine; hem insanin sosyal hayatina; hem sahsî hayatina, hem nefsin terbiyesine, hem bütün riziklari veren Allah’in nimetlerinin sükrüne bakar hikmetleri, maslahatlari, faydalari vardir.
Cenâb-i Hakkin RUBUBIYETI, terbiyeciligi noktasinda orucun çok hikmetlerinden bir hikmeti sudur ki: Cenâb-i Hak, zemin yüzünü bir nimet sofrasi suretinde halk ettigi, yarattigi ve bütün nimet çesitlerini o sofrada "Umulmadik yerlerden." (Talâk Sûresi, 65:3) o sofraya dizdigi cihetle, Rububiyetinin, Rahmâniyetinin ve Rahîmiyetinin kemalini o vaziyetle ifade ediyor, ortaya koyuyor. Odunlardan, otlardan, tohum ve yumurtalardan mucizane gidalar; kanla fiski ortasindan sütler, içine biraz bakteri atinca o sütten yogur ve peynirler veren, okyanuslardan milyonlarca ton suyu havaya bindirip semadan suyu bize damla damla zarar vermeden indiren, arilara bal, ipek böcegine ipek yaptiran hep O Allah’tir.
Insanlar, gaflet perdesi altinda ve sebeplerin zahiren hâkim oldugu bir zeminde, o vaziyetin ifade ettigi hakikati tam göremiyor, bazen unutuyor. Ramazan-i Serifte ise, ehl-i iman, birden muntazam, nizama uyan bir topluluk hükmüne geçer. Sultan-i Ezelî olan Allah’in ziyafetine davet edilmis bir surette, aksama yakin "Buyurunuz" emrini bekliyorlar gibi yüksek bir kulluk tavri göstermeleri, o sefkatli ve hasmetli ve külliyetli, çok kapsamli Rahmâniyete karsi, vüs'atli, genis ve azametli ve intizamli bir ubûdiyetle, kullukla mukabele ediyorlar. Acaba böyle ulvî ubûdiyete istirak etmeyen insanlar, ne kadar zarar ederler?
IKINCI NÜKTE
Ramazan-i Mübaregin Savmi, Orucu, Cenâb-i Hakkin verdigi nimetlerinin SÜKRÜNE baktigi cihetle, çok hikmetlerinden bir hikmeti sudur ki:
Bir padisahin mutfagindan bir tablacinin, aracinin, hizmetkarinin getirdigi taamlar, yiyecekler bir fiyat ister. O hizmetkara bahsis verildigi halde, çok kiymettar olan o nimetleri kiymetsiz zannedip onu in'âm edeni, nimet olarak göndereni tanimamak nihayet derecede bir idraksizlik oldugu gibi; Cenâb-i Hak, hadsiz nimet türlerini besere zemin yüzünde nesretmis, ona mukàbil, onlara karsi o nimetlerin fiyati olarak sükür istiyor. O nimetlerin zâhirî esbabi, sebepleri ve vermis gibi sahibi gibi görünenler, sahibi degiller, tablaci, hizmetkardirlar, vesile, araci hükmündedirler. O tablacilara bir fiyat veriyoruz, onlara minnettar oluyoruz. Hattâ, müstehak olmadiklari pek çok fazla hürmet ve tesekkürü ediyoruz. Halbuki, Mün'im-i Hakikî, olan Riziklarimizi tam zamaninda veren Allah’imiz o sebeplerden hadsiz derecede, çok yüksek tarzda o nimetler vasitasiyla sükre lâyiktir. Odun elma veremez, ari bal yapamaz, bitkiler kandi ilimleriyle fotosentezi asla bilemez. Bir damla sudan, bir çekirdek veya yumurtadan hiçbir kimse veya sebep kendi annesine benzer varliklari yaratamaz Iste Ona tesekkür etmek, o nimetleri dogrudan dogruya Ondan bilmek KULLUGUN en anlamli ifadesidir., Ve bu da o nimetlerin kiymetinin farkina varmak, mucizane yapildigini idrak etmek, takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacini hissetmekle olur.
Iste, Ramazan-i Serifteki ORUÇ, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir sükrün anahtaridir. Çünkü, diger vakitlerde mecburiyet tahtinda olmayan insanlarin çogu, hakikî açlik hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kiymetini derk edemiyor, idrak edemiyorlar... Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, hususan zengin olsa, ondaki derece-i nimet anlasilmiyor. Halbuki, iftar vaktinde, o kuru ekmek, bir mü'minin nazarinda çok kiymettar bir nimet-i Ilâhiye olduguna kuvve-i zâikasi, tad alma duyusu olan dili sehadet eder. Padisahtan tâ en fukaraya kadar herkes, Ramazan-i Serifte o nimetlerin kiymetlerini anlamakla bir sükr-ü mânevîye mazhar olur.
Hem gündüzdeki yemekten memnûiyeti, yasaklanmasi cihetiyle, "O nimetler benim mülküm degil. Ben bunlarin tenâvülünde, yiyip içmekte hür degilim. Demek baskasinin malidir ve in'âmidir; Onun emrini bekliyorum" diye, nimeti nimet bilir, bir sükr-ü mânevî eder.
Iste, bu suretle oruç çok cihetlerle hakikî vazife-i insaniye olan sükrün anahtari hükmüne geçer.

