• BIST 100

    11007,37%0,81
  • DOLAR

    42,52% 0,07
  • EURO

    49,55% -0,06
  • GRAM ALTIN

    5743,85% -0,15
  • Ç. ALTIN

    9322,75% 0,27

M.Nuri Bingöl


Külliyat'i Anlamak Üzerine-2


Geçen yazimda temas ettigim mevzûnun asil yönü sudur. Bilhassa “münevver” olma iddiasinda bulunan kimselerin, Külliyat’i takdir etmekle birlikte onu anlamaya çalismama gibi bir samimiyetsizlik içinde hapsolmalaridir.       “Risale-i Nur’u anlamiyorlar, yahut anlamaya çalismiyorlar” seklindeki sayhalasmis çiglik meseleye ne güzel dikkat çeker. Aziz ve Muhterem Müellifin, eserlerinin “dâvâ degil, dâvâ içinde bürhan” oldugunu beyanla  en büyük kuvvetinin bundan geldigini ifade etmesi, Külliyat’i anlamak isteyenlerin onun temel bakis açisini kavradiktan sonra harekete geçmelerinin mecburiyetini çok iyi anlatir. (Kastamonu Lahikasi)      Eskilerin “serh-i mütun” adini verdikleri metin tahlili çalismasi su esasi öngörmektedir. Bir eser “tefhim” edilmeye çalisilirken, yazildigi günün-veya yillarin sartlari tam olarak anlasildiktan sonra ise girismek gerekir.      Eger o metin veya eser devrin “hakikî” zaruretleri ve o husustaki mesuliyeti kaldirici hâlleri, ihbar ve beyânlar kavranmadan degerlendirilip referans alinmaya kalkisilirsa bu gayretin neticesinin “müsbet” olacagi hayallenemez bile.      "Degerlendirme” mefhumu ile “tefhim”in es manali olmadigini belirtmek gerekir. Degerlendirme, sübjektif ve oportünist yaklasimlara daha açiktir.      Sözkonusu mefhum, meseleyi “kisinin kendi yasadigi haller” ile, “maksat ve garaz” da denilmis olan “ana fikrin” birbiriyle “uzlastirmaya çalisma” hevesinden baska bir sey olmadigi bellidir, yani gerçegi incitici bir tevildir aslinda, tefhim kiligina girmis cerbezedir.      Günümüzde zihinlerdeki telâkkilerin tepe takla oldugunu söylemek abartili bir gözlem sayilmamalidir. “Adalet külahini zulüm basina geçirmis” ifâdesindeki gibi, telakki ve anlayislar da yer degistirmistir maalesef. (Lemaat) Halbuki böyle bir yer degistirmenin, anlayislarin baskalasmasinin, menfiye dönmesinin kabul edilemeyecegi hususlarin basinda Ilahi Vahy’ile tespit edilmis “nass”lar gelir.      Ayni zamanda bir toplulugu millet haline getiren degerler sisteminin, “modernlesme” yahut “yenilesme” gibi hududu muayyen olmayan sözlerle baskalasmasina göz yummak o milletin intihariyla es mânâya gelir. “Milliyetimiz bir vücuttur; akli iman ve Kur’ân, ruhu Islâmiyettir.” (Münâzarat) izahinda, degismesi düsünülemeyen “realite”nin tanimi da verilmistir.         Külliyat’ta “millet” kelimesin-den neyin anlasilmasi gerektigini de belirten ifadeler, temel bakis açisinin anahtarini da sunmakta degil midir? Demek oluyor ki, bugünün, zihnimize sonradan “dayatilmis” telâkkileri ile Risale’yi dogru anlamanin mümkün olamayacagini söylemek kötümserlik degil, yanlisligi hatirlatici bir dost ikâzi olarak anlasilmalidir.      "Dünyevîlesme” ihlassizligina kapilmamis düsünceleri anlayis “kuvve”miz içerisindeki denkleme dahil etmek, yolumuzdaki isaret taslarindan biridir. Dünya “yasanti”sinin zaruret ve hakli mazeretlerini dikkate alarak, muhatap kitleleri ve dinleyici fertleri yerinde seçemeyis de, Külliyat’i “tefhim” edememek neticesini getirebilir.       Çünkü Külliyat’in “nasirligini” üstlenmis insanlarin onu baskalarina duyurma istegi hissetmeleri hem kalbî ihtiyaçlari, hem de “vazife”leridir. (Kastamonu Lahikasi) Fakat, Külliyat’i “nesr”, “Serh ve izah” vazifesini yaparlarken “anlatici” fonksiyonunu seçtiklerinden, muhatap aldiklari kimselerin zihinlerdeki “süphe ve sualleri” ilk önce kendi nefislerinde cevaplamalari geregi dogacaktir, öyle olmalidir.      Bu geregi yerine getirirlerse ne alâ, yok eger tam tersi bir hâl görülürse, o “süphe ve sual”lerle zihnin lekelenmesi bir “varta”yi doguracaktir.         Daha önce “dosdogru” hakikatleri, o andan sonra “kabulde ve tefhim etmede” zorlanacagini demek bir kehanet olmayacaktir.      Demek ki Külliyat’i “gazete gibi okumamak” mecburiyeti, ayni zamanda ferdî hayatimiz için de bir “yükümlülük”tür.    KÜLLIYATI “tam” anlamanin yollarindan biri de onun neden ve niçin “telif ettirildigini” bilmekten, kabul etmekten geçiyor. Bir teknolojik cihazin “niçin ve hangi maksatla” icat edildiginin farkinda olmadan, ondan “tam mânâsiyla” istifade etmemiz çok müsküllesir. Külliyat’tan “tam istifade”nin de bu mantalite ile olabilecegi kanaatindeyiz.      Bediüzzaman Said Nursî’nin sadece Ikinci Said devrine degil, hayatinin “bütününe” baktigimizda, her zaman “âsâyisi” muhafazayi netice veren (Emirdag Lahikasi, s. 449) hizmetlerle mesgul oldugunu görürüz. Bu müspetnmesguliyetin dinamigini kafa fenerimizle aydinlatmaya çalistigimizda ise en iyi bir “zann”la varacagimiz nokta ya “maslahat” cihetinin agir basmasidir ya da “Rahmet-i Ilahî’den fazla merhamet merhamet degildir” beyanatinin varligina ragmen, asiri sefkatinden yaptigi neticesine varacagiz.      Halbuki Hazret, “… dahilî asayise bütün kuvvetimizle yardim etmek” ifadesiyle târif ettigi bu tavrini, “Hiçbir günahkâr baskasinin günahini yüklenmez” mealindeki âyet-i kerime’nin emri ile açiklamaktadir. (Emirdag; Lahikasi, s. 455) Yoksa herhangi bir kurumu ayakta tutmak gibi bir yoz yorumu akla getirebilecek en ufak bir beyani bile yoktur. Böylesi, kendi arzusu ve “görüsü” istikametinde davranan hodgam nefsi, Külliyat’la aramiza asilmasi zor perdeler çekmekten alikoymak, Külliyat’i anlamanin temel sartlarindan biridir; belki de en büyügüdür.

Yazarın Diğer Yazıları


Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.