• BIST 100

    11007,37%0,81
  • DOLAR

    42,52% 0,07
  • EURO

    49,55% -0,06
  • GRAM ALTIN

    5743,85% -0,15
  • Ç. ALTIN

    9322,75% 0,27

Halil Köprücüoğlu


Risale-i Nur, müminleri Islam’in temel eserlerine baglar


.......
6- Hem, bu asrin bizim gibi yarali ve siradan insanlari tefsir, içtihat vb. önemli islere kalkisamazlar, kalkismamalilar. Bizleri Kur’an’dan direkt istifadeye çagiran arkadaslarimiz da meal vermekten, o tefsirlerden aktarmaktan baska bir sey yapamazlar, yapamiyorlar, yapamayacaklardir.Çünkü su Üstadimiza ait metinler, içtihat gibi, tefsir vb. konularda da geçerlidir:”Içtihat kapisi açiktir, ancak bu zamanda oraya girmeye maniler vardir” hakikati çerçevesinde, bu meseleyi de ele alirsak;“…Münkerat zamaninda ve Âdât-i ecânibin istilâsi âninda ve Bidalarin kesreti vaktinde ve Dalâletin tahribati hengâminda, Içtihad namiyla, yeni eserler yazmak için- Kasr-i Islâmiyetten yeni kapilar açip, Duvarlarindan muharriplerin girmesine vesile olacak delikler açmak, Islâmiyete cinayettir.Dinin zaruriyâti ki, içtihad onlara giremez; çünkü kat’î ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gida hükmündedirler. Su zamanda terke ugruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti, onlarin ikamesine ve ihyâsina sarf etmek lâzim gelirken, Islâmiyetin nazariyat kisminda ve selefin içtihadât-i sâfiyâne ve hâlisânesiyle, bütün zamanlarin hâcâtina dar gelmeyen efkârlari oldugu halde, onlari birakip, heveskârâne yeni içtihadlar yapmak, bid’akârâne bir hiyanettir.”Ayrica sunlar da Risale-i Nur’un hakaikindendir.“…âlem mesherinde, içtimaiyât-i insaniye ve medeniyet-i beseriye çarsisinda, her asirda birer metâ mergub olup revaç buluyor. Sûkunda, ani çarsisinda teshir ediliyor, ragbetler ona celb oluyor, nazarlar ona teveccüh ediyor, fikirler ona müncezib oluyor. Meselâ, su zamanda siyaset metâi ve hayat-i dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçlari gibi…Ve Selef-i Salihîn asrinda ve o zamanin çarsisinda en mergub metâ, Hâlik-i Semâvât ve Arzin marziyatlarini ve bizden arzularini, kelâmindan istinbat etmek ve nur-u Nübüvvet ve Kur’ân ile, kapatilmayacak derecede açilan ahiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandirmak vesâilini elde etmek idi.Iste, o zamanda zihinler, kalbler, ruhlar, bütün kuvvetleriyle Yerler ve Gökler Rabbinin marziyâtini anlamaya müteveccih oldugundan, içtimaiyât-i beseriyenin sohbetleri, muhavereleri, vukuatlari, ahvalleri ona bakiyordu. Ona göre cereyan ettiginden, her kimin güzelce bir istidadi bulunsa, onun kalbi ve fitrati, suursuz olarak her seyden bir ders-i marifet alir, o zamanda cereyan eden ahval ve vukuat ve muhaverattan taallüm ediyordu.Güya her bir sey ona bir muallim hükmüne geçip, onun fitrat ve istidadina, içtihada bir istidad-i ihzarî telkin ediyordu. Hattâ o derece su fitrî ders tenvir ediyordu ki, yakîn idi ki kisbsiz içtihada kabiliyeti ola, atessiz nurlana... Iste, su tarzda fitrî bir ders alan bir müstaid, içtihada çalismaya basladigi vakit, kibrit hükmüne geçen istidadi, nûrun alâ nûr sirrina mazhar olur, çabuk ve az zamanda müçtehid olurdu.Amma su zamanda, Medeniyet-i Avrupa’nin tahakkümüyle, Felsefe-i tabiiyenin tasallutuyla, Serâit-i hayat-i dünyeviyenin agirlasmasiyla Efkâr ve kulûb dagilmis, himmet ve inâyet inkisam etmistir. Zihinler mâneviyâta karsi yabanîlesmistir.Iste bunun içindir ki, su zamanda birisi, dört yasinda Kur’ân’i hifz edip âlimlerle mübahase eden Süfyan Ibni Uyeyne olan bir müçtehidin zekâsinda bulunsa, Süfyan’in içtihadi kazandigi zamana nisbeten, on defa daha fazla zamana muhtaçtir. Süfyan on senede içtihadi tahsil etmisse, su adam yüz seneye muhtaçtir ki tahsil edebilsin. Çünkü, Süfyan’in iptidâ-yi tahsil-i fitrîsi, sinn-i temyiz zamanindan baslar. Yavas yavas istidadi müheyyâ olur, nurlanir, herseyden ders alir, kibrit hükmüne geçer.Amma onun naziri, su zamanda, çünkü zihni felsefede bogulmus, akli siyasete dalmis, kalbi hayat-i dünyeviyede sersem olmus, istidadi içtihaddan uzaklasmis. Elbette fünun-u hazirada tevaggulü derecesinde, istidadi içtihad-i ser’î kabiliyetinden uzaklasmis ve ulûm-u arziyede tefennünü derecesinde, içtihadin kabulünden geri kalmistir.Onun için, ben de onun gibi zekîyim, niçin ona yetisemiyorum? diyemez ve demeye hakki yoktur ve yetisemez. Üç nokta-i nazar, su zamanin içtihadâtini arziye yapar, semâvîlikten çikariyor. Halbuki, seriat semâviyedir; ve içtihadât-i ser’iye dahi, onun ahkâm-i mesturesini izhar ettiginden, semâviyedirler.…su zamanin nazari ise, maslahat ve hikmeti illet yerine ikame edip ona göre hükmediyor. Elbette böyle içtihad arziyedir, semâvî degildir…evvelâ ve bizzat saadet-i dünyeviyeye bakiyor ve ahkâmlari ona tevcih ediyor. Halbuki, seriatin nazari ise, evvelâ ve bizzat saadet-i uhreviyeye bakar; ikinci derecede, âhirete vesile olmak dolayisiyla, dünyanin saadetine nazar eder. Demek, su zamanin nazari, ruh-u seriattan yabanîdir. Öyle ise seriat namina içtihad edemez…”(Bkz, 27.Söz)7- Ilahi mesajin huzuruna ve kurtariciligina her zamankinden daha fazla ihtiyaci olan asrimiz insanlarinin yüreklerimizi parça parça edecek aci hakikatleri gibi pek çok mesele ile muhatap olan bizlere, bir müjde veriyor. Asrin insaninin çok yarali halini bilen Rabbimizin lütfuyla, Kur’an’in temel mesajlarini asrin fehmine kisa ve selametli bir yolla aktaracak bir yol ihsan etmesinin müjdesini verir Üstadimiz:“I'lem eyyühe'l-aziz! Tevfik-i Ilâhî refiki olan adam, tarikat berzahina girmeden zahirden hakikate geçebilir. Evet, Kur'ân'dan, hakikat-i tarikati, tarikatsiz feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldim. Ve keza, maksud-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksizin isâl edici bir yol buldum. Serîüsseyir olan bu zamanin evlâdina, kisa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek rahmet-i hâkimenin sânindandir.” (Mesnevi, 277)Telviat-i Tis’a’da o harika kalbi yolu, bütün incelikleriyle anlatir.“…simdi, sünnet-i Peygamberî dairesinde, bütün on iki büyük tarikatin hulâsasi olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikati dairesi gibi görüp girmek lâzim ve elzem oldugunu bu zaman gösterdi.’ (Emirdag II, 423)Yani tasavvufun 12 tarzinin da hedefi olan bütün hakaikin tamaminin Risale-i Nurda oldugunu da hem o söyler; hem bizler bizzat yasayarak görmekteyiz. Rabbim onlardan da binlerce razi olsun. (Bkz: Mektubat, 627)8-Ayrica Üstadimiz iyi, kabule sayan, dogru ve yeterli bir tefsirin -belki kendisini de dahil ederek- yazilabilmesinin tek sahis tarafindan mümkün olamayacagini anlatirken, bütün esbabiyla -27. Söze de ilaveten- çok önemli seyler ekler:“Kur’ân-i Azîmüssan, bütün zamanlarda gelip geçen nev-i beserin tabakalarina, milletlerine ve fertlerine hitaben Ars-i Âlâdan irad edilen Ilâhî ve sümullü bir nutuk ve umumî, Rabbanî bir hitabe oldugu gibi;Bilinmesi, bir ferdin veya küçük bir cemaatin iktidarindan hariç olan ve bilhassa bu zamanda, dünya maddiyatina ait pek çok fenleri ve ilimleri camidir. Bu itibarla, zamanca, mekânca, ihtisasca dâire-i ihatasi pek dar olan bir ferdin fehminden ve karihasindan çikan bir tefsir, bihakkin Kur’ân-i Azîmüssana tefsir olamaz.Çünkü, Kur’ân’in hitabina muhatap olan milletlerin, insanlarin ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarina, cami bulundugu ince fenlere, ilimlere bir fert, vâkif ve sahib-i ihtisas olamaz ki, ona göre bir tefsir yapabilsin.Hem bir ferdin meslegi ve mesrebi taassuptan hâli olamaz ki, hakaik-i Kur’ân’iyeyi görsün, bîtarafane beyan etsin. Hem bir ferdin fehminden çikan bir dâvâ, kendisine has olup, baskasi o dâvânin kabulüne dâvet edilemez—meger ki bir nevi icmain tasdikine mazhar ola.Binaenaleyh, Kur’ân’in ince mânâlarinin ve tefsirlerde daginik bir surette bulunan mehasininin ve zamanin tecrübesiyle fennin kesfi sayesinde tecellî eden hakikatlerinin tesbitiyle, herbiri birkaç fende mütehassis olmak üzere muhakkikîn-i ulemadan yüksek bir heyetin tetkikatiyla, tahkikatiyla bir tefsirin yapilmasi lâzimdir…Evet, Kur’ân-i Azîmüssanin müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nâfiz bir içtihada malik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zât olmalidir. Bilhassa bu zamanlarda, bu sartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telâhuk-u efkârindan ve ruhlarinin tenasübüyle birbirine yardim etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarindan âzâde olarak tam ihlâslarindan dogan dâhi bir sahs-i mânevîde bulunur. Iste, Kur’ân’i ancak böyle bir sahs-i mânevî tefsir edebilir.” (I.Icaz, 17)Böyle denirken, bu konuda ciddi birikimli bazi arkadaslarin, direkt istifadeden nasil bahsettiklerine sasiyorum. Insallah bu gibi teklifler bir zuhul neticesinde ortaya çikmis, bilgi zehirlenmesi veya enenin tasarrufuyla olmamistir!“Islâmiyet’in magz ve lübbünü terk ederek kisrina ve zahirine vakf-i nazar ettik ve aldandik. Ve su-i fehim ve su-i edeple Islâmiyetin hakkini ve müstehak oldugu hürmeti ifa edemedik. Tâ, o da bizden nefret ederek evhâm ve hayâlâtin bulutlariyla sarilip tesettür eyledi. Hem de hakki var. Zira biz Israiliyâti usûlüne ve hikâyâti akaidine ve mecazati hakaikine karistirarak kiymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada tedip için zillet ve sefalet içinde birakti. Bizi kurtaracak, yine onun merhametidir. Öyle ise, ey ihvan-i müslimîn! Geliniz, ona tarziye verecegiz.  Elbirligiyle dest-i sadakati uzatacagiz, biat edecegiz. Onun hablü’l-metinine (Kur’an’ina) sarilacagiz.Hem de bilâ-perva olarak ilân ederim: Beni geçmis asirlarin efkârina karsi mübarezeye heyecan ve secaate getiren ve yüzer senelerden beri sevkü’l- ceys ile kuvvet bulan hayâlât ve evhâmin müdafaasina beni gayrete getiren itikadim ve yakînimdir ki: Hak nesvünema bulacaktir—eger çendan toprakta gizlense ve taraftar ve mültezimleri muzaffer olacaklardir—eger çendan zaman ve zeminin merhametsizliginden az ve zayif olsalar...Hem de itikadimdir ki: Istikbale hüküm sürecek ve her kit’asinda hâkim-i mutlak olacak, yalniz hakikat-i Islâmiyettir. Evet, saadet-saray-i istikbâlde taht-nisin hakaik ve maarif yalniz Islâmiyet olacaktir. Onu fethedecek yalniz odur; emareler görünüyorlar.Zira mazi kit’asinda, vahsetâbâd sahralarinda hayme-nisin taassup ve taklid; veyahut cehlistan ülkesinde menzil-nisin müzahrefat ve istibdad olanlara, seriat-i garrânin galebe-i mutlak ve istilâ-i tâmmina sed ve mâni olan sekiz emir, üç hakikatle zîr ü zeber olmuslardir ve oluyorlar. O mâniler ise, ecnebilerde taklit ve cehalet ve taassup ve kissîslerin riyaseti; ve bizdeki mâni ise, istibdad-i mütenevvi ve ahlâksizlik ve müsevvesiyet-i ahval ve atâleti intaç eden yeistir ki, sems-i Islâmiyetin küsufa yüz tutmasina sebep olmuslardir.…birinci mâni ve belâ budur: Bizle ecnebiler, bazi zevahir-i Islâmiyet ve bazi mesail-i fünun ortasinda hayal-i bâtil ile tevehhüm eyledigimiz müsademet ve münakazattir. Âferin maarifin himmet-i feyyâzânesine ve fünunun himmet-i merdânesine ki, meyl-i taharrî-i hakikat ve muhabbet-i insaniyet ve meyl-i insaf olan hakaiki teçhiz ederek o mânilere gönderip zîr ü zeber etmis ve ediyor. Evet, en büyük sebep ki, bizi dünya rahatindan ve ecnebileri ahiret saâdetinden mahrum eden, sems-i Islâmiyeti münkesif ettiren, su-i tefehhüm ile tevehhüm-ü MÜSADEMET ve MUHALEFETTIR.Feyâ lilacep! Köle efendisine, hizmetkâr reisine ve veled pederine nasil düsman ve muariz olabilir? Halbuki Islâmiyet fünunun seyyidi ve mürsidi ve ulûm-u hakikiyenin reis ve pederidir… Bazi zevahir-i diniyeyi fünunun bazi mesailine muariz tahayyül ederek ürktüler.Ey benim su kitabima im’ân-i nazar ile nazar eden zât! Malûmun olsun, bu kitapla istedigim hizmet budur:Islâmiyet’te olan tarik-i müstakîmi göstermekle ehl-i tefrit olan a’dâ-yi dinin teskîkâtini red ve yüzlerine vurmakla beraber; tarik-i müstakîmin öteki cânibini ve sadîk-i ahmak ünvanina lâyik olan ehl-i ifrat ve zahirperestlerin tevehhümlerini tard ve asilsizligini göstermek ve asil rehber-i hakikat ve âlem-i Islâmiyetin ikbal ve istikbaline yol açan ve sirat-i müstakîmde kemâl-i ümid-i zaferle çalisan muhakkikîn-i Islâm ve âkil siddiklara yardim etmek ve kuvvet vermektir. Elhasil, maksadim, ol elmas kilinca (Kur’an Hakikatlerine- saykal vurmaktir.Maatteessüf, benimle su zamanin kit’asinda istirak eden cümlesi, eger çendan sureten on üçüncü asrin evlâdidirlar, fakat fikir ve terakki cihetiyle kurun-u vustânin YADIGÂRLARIDIRLAR. Güya muasirlarimiz 3.asrin nihayetinden 13. asra kadar geçmis olan asirlarin fihristesi veyahut enmûzeci veyahut melez bir kavimdirler. Hattâ bu zamanin çok bedihiyati, onlarca mevhumat sayilir.” (Muhakemat:17)9- Bizler Risale-i Nurdan aldigimiz dersle Sünnet-i Seniyyeye ittiba etmeyi en büyük hedef ittihaz ederiz. Nurlardan Efendimizi (asm) ve O’nun en genis anlamiyla maddi-manevi kemâlâtini kavradik elhamdülillah. Kur’an ve Hadisleri samimi takipte, ciddi gayretteyiz.Risalelerin baskilarinda artik Arapça metinlerin olmadigi sayfalarda bile, onlarca rakamla dipnot halinde, pek çok Ayet ve Hadis metinlerinin Nurlarda metin olarak, mana olarak bulundugu, adeta tamamen onlardan nakledilen manalarla vücut buldugu da asikardir. Bugünlerde birkaç sayfalik Besmele metinlerinde elliye yakin Âyet ve Hadis mealiyle örtüsen manalar tespit edilmistir ki bu onun en önemli vasiflarindandir. Sempozyumlarda da bu mana pek çok ilim adami tarafindan dünyaya ilan edilmistir. Yani Nurlar hemen tamamen Ayet ve Hadis metinlerinden alinmis gibidir.Evet; “Velâyet yollari içinde en güzeli, en müstakimi, en parlagi, en zengini, Sünnet-i Seniyyeye ittibâdir. Yani, a’mâl ve harekâtinda Sünnet-i Seniyyeyi düsünüp ona tâbi olmak ve taklit etmek ve muamelât ve ef’âlinde ahkâm-i ser’iyeyi düsünüp rehber ittihaz etmektir. Iste bu ittibâ ve iktida vasitasiyla, âdi ahvâli ve örfî muameleleri ve fitrî hareketleri IBADET sekline girmekle beraber, her bir ameli, sünneti ve ser’i o ittibâ noktasinda düsündürmekle, bir tahattur-u hükm-ü ser’î veriyor. O tahattur ise, Sahib-i Seriati düsündürüyor. O düsünmek ise, Cenâb-i Hakki hatira getiriyor. O hatira, bir nevi huzur veriyor. O halde, mütemadiyen ömür dakikalari huzur içinde bir ibadet hükmüne getirilebilir. Iste bu CADDE-I KÜBRÂ, velâyet-i kübrâ olan ehl-i veraset-i nübüvvet olan SAHABE ve SELEF-I SÂLIHÎNIN caddesidir.“ (Bkz: Mektubat, 637)Bizler her hâlükârda Risalelerimizle o caddeden yürümeye çalisiyoruz10- Onlarca Uluslararasi Sempozyumda yüzlerce ilim adami Üstadimizin eserlerinin Kur’an ve Sünnet ve dahi Islam’in, imanin bu asirda ihtiyaç duyulan, hücum edilen bütün meselelerinde sahane ve yeterli olugunu tasdik ederek dünyaya ilan ettigini bizler gördük, dinledik, kayitlarimizda bulunmaktadir.11-Eger bu memlekette ve de bütün dünyada Iman ve Islam canlanmissa, Komünizm bu ülkeye girememis, dünyada ömrünü tamamlamissa; elbette ihlâsli tasavvuf ehli ve bütün Islâm için çalisan halislerle beraber, Risale-i Nurlarin, Nur Talebelerinin Kur’an ve Imana ait mükemmel cehdleri vardir diyebiliriz.Bazi Nur talebeleri dünyanin her yerinde yilardir okuma programlari yapiyorsa; hemen yüz senedir, bu memlekette bütün menfi cereyanlara, ihtilâllere, dinin ortadan kaldirilmasina kadar zalimane çalismalara ragmen, milyonlarca mümin bulunuyorsa yine bunun arkasinda Kur’an ve Sünnete tam tabi olmaya çalisan Nur Talebeleri ve diger halis ehl-i iman vardir. Hatta bizzat sahit oldugumuz bir vakiayi anlatmam gerekiyor. (Bkz, Risale Haber)Mogolistan’da Altay Daglari yakinlarinda bir köye gidilecekti. Önceden haber gönderilmisti. Ancak hizmet için alinan ciple yol da olmadigindan tamamen daglardan gidince vaktinde ulasilamadi. Fakat ulastigimizda Kazak Türkleri agirlikli köylünün bizleri bekledigini müsahede ettik. Kalabaliga arkadaslarimiz Rabbimiz, Peygamberimiz (asm) ile ilgili ve gayemizi de ortaya koyan seyler söylemeye çalisan arkadaslarimiz büyük bir heyecanla dinlendi. Zaten önceden de oralardaki arkadasimiz, kardesimiz o daglardaki bütün keçe çadirlara gidip Kur’an Hakikatlerini defalarca anlattigindan, köyün önde gelen bir yaslisi aynen sunlari haykirdi. “Türkler bütün dünyaya Islam’i anlatmislar. Ama buralara gelip bizlere anlatmamislardi. Kiyamette onlarin yakasina yapisacak, sikâyet edecektim. Bizler bu daglarda hayvanlar gibi yasiyorduk. Ama mademki onlarin evlatlari, Nur Talebeleri bu kadar uzaktan, iman için Kur’an için büyük mesakkatlerle buralara geldiler, Islamiyet’i en ihtiyaç duyulan meseleleriyle bize anlattilar, kurtardilar bizleri, hakkimiz helal olsun, Allah onlardan, Üstad Bediüzzaman’dan razi olsun” diyerek herkesi aglatti.Risale-i Nurlari okuyanlar, diger temel Islamî Eserleri ciddi sekilde okurlar, evlerinde, bilgisayarlarinda bulundururlar. Dershanelerinde daha da ötesi bütün geçmis asirlarin Tefsirleri, Hadis Külliyatlari, hemen bütün ulemaca da Islam’in klasik temel kitaplari gibi kabullenilen bütün kitaplari bulundurulur, hatta yalniz cemaatlerin degil herkesin istifadesine okuma salonlariyla, ikramlariyla sunulur. Hatta degisik Islamî sahalarda bu isi iyi bilen hocalarla talep edilen sahalarda, isteyenlere kurslarin açildigini da bizzat memleketim Manisa’da yillardir yapildigini bu arkadaslarima, agabeylerime, bütün okuyuculara söylemeliyim.Netice olarak;"Risale-i Nur, bu asri ve gelecek asirlari tenvir edecek olan bir mu'cize-i Kur'âniyedir" deyip, Nura ait hizmeti, zamanin en büyük meselesi olarak kabul eder, bu ehemmiyetle davraniriz... (T, 577)“Ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karsi mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karsi nur-u Kur'ân ile cidaldeyiz. Onlarin en büyük meselesi —muvakkat oldugu için— bizim meselemizin en küçügüne —bekaya baktigi için—mukabil gelmiyor.” (T, 596)Bizler Kur’an’i da, Sünneti de, Islam’in bütün temel hakikatlerini de yukaridaki hikmetli sebeplerle Nurlarda buldugumuz için ve daha çok onlari okuyoruz. Her zaman evlerimizde, dershanelerimizde Kur’an ve tefsirleri, Hadis Külliyatlari, fikih kaynaklari bulundurur, daima hatimler yaparak dünyalarimizi O’nun (asm) nuruyla doldurur, onlarin tebligini hayatimizin en önemli ve öncelikli vazifesi olarak görürüz. Gerisi lâf u güzaftir...

 

Yazarın Diğer Yazıları


Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.