• BIST 100

    11007,37%0,81
  • DOLAR

    42,52% 0,07
  • EURO

    49,55% -0,06
  • GRAM ALTIN

    5743,85% -0,15
  • Ç. ALTIN

    9322,75% 0,27

ÖNDER GÜZELARSLAN


Kendi Kültürünü Bilmeyen Entellektüel Olamaz


Bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettigi ve kusaktan kusaga aktardigi her türlü maddi ve manevi özelliklerin tamamina kültür denir. Insana iliskin bir kavram olarak kültür, tarih içersinde olusturulan birikimlerin toplamidir diyebiliriz.

Antropologlara göre kültür, insanin ayirt edici bir özelligidir. Antropologlar kültürsüz bir toplum olamayacagini ifade ederler. Hem soyut hem de çok yönlü bir kavram olan kültürü bir bütün halinde tanimlayabilmek çok kolay degildir. Bu yönüyle bakildiginda Ingiliz antropolog Edward B. Tylor, kültürün sosyal antropolojinin bir konusu oldugunu vurgulayan ilk kisidir. Tylor, kültür ve uygarlikla ilgili kaleme aldigi makalesinde kültürü bir toplumun inanç, sanat, örf, adet ve becerileri olarak tanimlamistir.

Kültür, insan yasamini anlamanin, anlamlandirmanin ve düzenlemenin bir yoludur. Insanlarin kendilerini kolektif bir bütün olarak algilamalarini saglayan degerler, inançlar, dil ve iletisim sistemleri gibi seylerdir. Kültür, bir anlamiyla sanat ve edebiyat yapitlarinin alanini belirler, Bir anlamiyla insanligin bütününün ya da bir bölümünün düsünce üretimini ve bu üretimin birey tarafindan özümlenmis bölümü için kullanilir. En genel anlamiyla ise kültür, insanin dogal belirlenmisliginin disina çikarak ve dogaya ek olarak meydana getirdiklerinin tamamini ifade eder.

Kültür, sosyal ve toplumsal yasamimizin çok önemli bir yönüdür. O olmaksizin iliski kurabilmemiz ve toplumsallasabilmemiz mümkün degildir. Kültür maddi ve manevi ögeleriyle birlikte, bizi bir toplum olarak bir arada tutan seylerdir.  Bunlar bize degerli bir toplum kimligi saglarlar, bizi bir arada tutarlar ve bizi birlestiren sosyal aglari olustururlar. Bu nedenle kültür sosyolojik açidan oldukça önemli bir kavramdir.

Kültürle ilgili yaptigimiz bu tanimlamalar ve açiklamalardan sonra yazimiza attigimiz basliga dönecek olursak, bir milletin en büyük kültür birikimlerinden birisi dilidir. Dil, insanlarin düsündüklerini ve duygularini aktarabilmek için kullandiklari bir aktarim aracidir. Tarihe dönüp baktigimizda bir çok dilden etkilenerek kendini gelistiren, Nihat Sami Banarli’nin her dil bir imparatorluk dili olamaz ifadesiyle vurguladigi Osmanlica diye ifade ettigimiz, her kültürü içinde barindiran bir imparatorluk vardi. Osmanlica bir çok dil ile etkilesim içinde olarak her kültürü içinde barindiran bir dil olmayi basarmis, edebiyat ve sanat alaninda en görkemli eserlerin verilmesinde önemli rol oynamistir. Osmanlica diye ifade ettigimiz dil aslinda yabanci bir dil degil öz be öz Türkçedir. Bugün ne hazindir ki koskoca imparatorluk bakiyesinin torunlari bizler Osmanlicayi bilmemekte ve okuyamamaktayiz. Bu kadar zengin bir dilden mahrum durumdayiz. Son yillarda bazi gayretli çalismalarin oldugunu görüyoruz. Bu da sevindirici bir durum. Hayrat Vakfi’nin Milli Egitim ve Halk Egitim ile yaptigi isbirlikler, Yunus Emre Enstitüsü’nün yaptigi çalismalar sonucunda hayat boyu ögrenme metoduyla merakli birçok kisinin ecdadimizin dilini ögrenebilmek için hummali bir gayret içine girdiklerine sahit oluyoruz. Ancak bu bir adim olmakla birlikte yeterli degildir. Milli Egitim bunu bir ders olarak ortaokul seviyesindeki çocuklara ögretmelidir. Zira imparatorluk bakiyesi bir toplum, dedesinin mezar tasini okuyamiyor. Kütüphanelerde ki binlerce esere bunlarda nedir der gibi sadece bön bön bakiyor. Çok içler acisi bir durum. Kütüphanelerimizdeki binlerce Osmanlica yazilmis eserlere bizden çok Avrupali oryantalistler ve ilim insanlari ilgi gösteriyor. Istanbul basta olmak üzere ülkemizin bir çok noktasinda bulunan tarihi eserlerin üzerinde ne yazdigini anlayamiyoruz. Bu duruma sadece hayiflanmak ve üzülmek yetersizdir.

Murat bardakçi hocamiz Türkiye’de entelektüelligin sarti Osmanlica bilmektir demektedir. Ne yazik ki, neslimiz kendi kültürünü tanimamakta ve bilmemekte. Kendi kültürümüzü yabancilarin yazdigi eserler ile ögrenmeye çalisiyoruz. Osmanlicayi sadece okumak yeterli degildir. Onu anlamakta lazimdir. Bir Ingiliz entelektüeli Shakespeare’i, Shelly’yi rahatlikla okur ve bilir. Bizimkiler ise Nedim’i, Bakî’yi Fuzulî’yi ne okuyabiliyor, okusa bile anlayamiyor. Iste bu durum çok büyük bir kayip. Rahmetli Mehmet Sevket Eygi agabeyimiz hep sunu söylerdi:

Vasifli insan olmak isteyen her Türkiyeli genç mutlaka zengin, edebi, yazili Türkçeyi yani Osmanlicayi iyi derece de ögrenmekle mükelleftir. Osmanlica bilmeden köylü, bakkal, isportaci, kasap, esnaf olunabilir, ama münevver, yüksek tabaka mensubu, kültürlü olunamaz. Yeterli Osmanlica bilmenin ölçüsü de, zevk ve haz duyarak, manasini anlayarak, Türk dilinin en büyük sairi Fuzulî’nin divanini, aslî metninden okuyabilmektir.  

Konuyu toparlayacak olursak insanlarin diger insanlarla nasil etkilesime girecegini bize kültür ögretir. Yere, zamana ve karsimizdaki insana göre nasil davranmamiz gerektigini o toplumun kültüründen ögreniriz. Genis bir kültür hazinesine sahip olan bir milletiz. Bununla da her platformda övünüyoruz. Övünmekte de hakliyiz. Ancak bu genis kültür hazinemizi ögrenebilmek için de ecdadin bize miras biraktigi edebi, tarihi saheserleri de okuyabilecek seviyeye gelmeliyiz. Zira kültürümüzün mayasi oradadir.

Yazarın Diğer Yazıları


Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.