Vefa kökeni Arapça olan bir kelimedir. Sözlükte "bir seyi yerine getirmek, sözünde durmak, baglilik" gibi anlamlara gelen vefa, ahlaki bir terim olarak, görülen iyilikleri unutmama, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha fazlasiyla karsilik vermek demektir. Vefa, dostlukta, baglilikta sebat etmektir. Arkadasina yaptigin iyiligi az görmek, onun sana yaptigini çok bilmek vefadandir. Vefali davrananlara vefakar denir. En büyük vefakarlik, yüce yaraticiyi tanimak, verdigi nimetlerin kiymetini bilmek, kulluk görevlerini eksiksiz yerine getirmektir. En büyük nankörlük ise kulun Rabbini inkar etmesidir. Tasavvufta vefa "ezelde, bezm-i elestte Allah'a verilen söze, misaka bagli kalmak" seklinde tanimlanmaktadir.
Allah’ü Teala Kur’an-i Kerim’de bir ayetinde; "Bana verdiginiz sözde durunuz ki, size verdigim sözde durayim." ¹
Vefayi çok iyi anlatan meshur bir hikayeyi burada sizlerle paylasmak istiyorum.
Vakti zamaninda bir dikis makinesi ve küçücük bir dükkâni olan genç iyi bir terzi varmis. Sabahlara kadar ugrasip didinir ama pek az para kazanirmis. Çok soguk bir kis gecesi dükkani kapatirken elektrik sobasini açik unutmus ve çikan yangin onun felaketi olmus. Artik ne bir isi varmis ne de parasi. Günler boyu is aramis ama bulamamis. Yük tasimis, bulasikçilik yapmis, yine de evinin kirasini ödeyecek kadar para kazanamamis. Sonunda ev sahibinin de sabri tasinca, küçük bir bavula sigan esyalariyla sokakta bulmus kendini.
Mevsim kis, hava ayaz olsa da genç adamin kösedeki parktan baska gidecek yeri yokmus. Bir sabah is arayacak derman bulamamis bacaklarinda, açliktan ve soguktan bitkin bir sekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanasmis kaldirima. Arka kapiyi açmaya çalisan soförü kizginlikla yana itmis arabadan inen yasli adam, “Yalniz birakin beni, parkta dolasirsam belki sinirim geçer” diye söylenmis.
Zengin bir isadami oldugu her halinden belli olan bu ihtiyar kisi, birkaç adim attiktan sonra bankta titreyen terziyi görmüs. Terzi, dikkatle adamin üzerindeki paltoya bakiyormus. Birden sinirleri yatisan ihtiyar, “Zavalli adamcagiz kim bilir nasil üsüyordur, ona nasil yardim etsem acaba?” diye düsünmeye baslamis.
Oysa terzinin düsledigi paltonun sicakligi degil, o, çok kalin ve kaliteli bir kumastan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakismadigini ve onun vücuduna uygun sekilde dikilmedigini düsünüyormus. Yasli adam, terzinin yanina yaklasip,
“Ne o evlat, bu ayazda parkta donmussun. Istersen paltomu sana verebilirim” deyince, terzi, “hayir, tesekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadigini kumasi fazla kalin ve sizi oldugunuzdan fazla sisman gösteriyor” diye düsünmüstüm der.
Yasli adam bu sözü duyunca bir hayli sasirmis. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödedigi halde kendisine bir türlü yakistiramiyormus.
“Soguktan titrerken nasil böyle bir seye dikkat edebiliyorsun?” diye soran yasli adam, “Ben terziyim” cevabini alinca “Öyleyse benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatirsin” diyerek terziyi arabaya bindirmis.
Bu karsilasma, terzinin hayatindaki dönüm noktasi olmus. Böyle yetenekli bir insanin issiz ve evsiz kalmasina çok üzülen iyiliksever yasli adam, terziye bir dükkan açmasina yetecek kadar para vermis. Bunun karsiliginda tek istedigi kendi giysilerini bu genç adamin dikmesiymis. Terzi yeniden bir ise hem de kendi isine baslamanin heyecaniyla deliler gibi çalismaya baslamis. Bu arada yasli isadami da destegini hiç esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kisilerle tanistirarak yeni siparisler almasini sagliyormus. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya baslayan bir yer olmus. Terzi artik “ünlü isadami” diye anilir olmus.
Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmis. Terzi çok büyük bir is baglantisi yapmak üzere yurt disina gidecekmis ve uçaga yetismesine az bir zaman varmis. Biraz sohbet ettikten sonra yasli adam birden fenalasmis, kalp krizi geçiriyormus. Hemen bir ambulans çagirilarak hastaneye kaldirilmasini saglamis. Yeni isadamimiz ise büyük isi kaçirmak istemedigi için uçaga yetismis. Yasli adam krizi atlatmis ve uzun süre hastanede yatmis, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormus. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya kostururken bir türlü yasli adami ziyarete gitmeye firsat bulamamis.
Aradan o kadar uzun bir süre geçmis ki bu sefer de utancindan yasli adamin kapisini çalamaz olmus. Bir süre sonra terzinin isleri yolunda gitmemeye baslamis. Fabrikalarini kapatmak zorunda kalmis ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmis. Utana sikila yasli adama kosmus hemen nerede hata yaptigini sormak için.
Son derece kirgin olan ihtiyar yine de onu kabul etmis ama kendi anlatacagi öyküyü dinledikten sonra hemen çikip gitmesini istemis.
Ve baslamis anlatmaya:
“Bir zamanlar fakir bir oduncu varmis. Ormandaki bir kulübede yasar ve odun keserek hayatini kazanirmis. Bir gün kulübesinde yangin çikmis ve bu yangin bütün ormani kül etmis. O çevrede kimse ona güvenip is vermeyince, çikinini alan oduncu, esegine binip yola koyulmus.
Agaçlarin arasinda yürürken birinin kendisine seslendigini duymus. Basini kaldirinca konusanin bir bülbül oldugunu görmüs. Bülbül ona “Senin haline çok üzüldüm, simdi öyle bir büyü yapacagim ki esegin çok güzel sarki söylemeye baslayacak, sen de onunla gösteriler yapip çok para kazanacaksin” demis.
Gerçekten de esek birbirinden güzel sarkilar söylemeye baslamis. Oduncu o sehir senin bu kasaba benim dolasip esegine sarki söyletiyor ve herkes onlari izlemek için birbiriyle yarisiyormus. Oduncu ve sarki söyleyen esegi bütün ülkede ünlenmisler. Bir gün yine bir gösteriye yetismek için kostururlarken, bülbülün yardim isteyen sesini duymus oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamis ve yemek üzereymis. Söyle bir duraklamis ama gösteriye gitmemeyi, onca parayi kaçirmayi gözü yememis, arkasina bakmadan kaçmis oradan. Gösteri basladiginda ise esegi her zamanki gibi güzel sarkilar söylemek yerine sadece bir esegin çikarabilecegi sesleri çikarmis.
Oduncu kendisini sarlatanlikla suçlayan izleyicilerin elinden canini zor kurtarmis. Iste o zaman bülbül ölünce büyünün bozuldugunu anlamis. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keske güzel giysiler dikerken dostluk ipligini koparmasaydin.”
Terzi hikayeyi dinleyince hemen çikip gitmis, çünkü artik söyleyecek bir sözü yokmus
Hz. Mevlana’da vefa konusunda su veciz sözü ifade etmistir:
“Vefa nedir, bilir misin? Vefâ, giderken arkanda biraktigini yabana atmamandir. Vefâ; dostlugun asaletine, bir dua sonrasi verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandir. Vefâ; ötelerin sonsuz mükafati karsisinda, cehennemi hafife almaman ve ulvi güzellikleri dünyaya satmamandir.”
1) Bakara süresi 40. Ayet
