Insan dogarken en güzel fitri yeti ve donanimlariyla dogar. Bu donanimin muhafaza edilmesi sartiyla kendini en üst düzeyde egiten olur. Ve bu nezih haliyle Kur-an insandan; esyanin ve var olusun tüm veçheleri ve hikmetleriyle “Okunmasini” emrederek, insanin kendindeki yetileri üst düzeyde kullanmasini ister.
Vahyin kodlariyla “bilmedigini de ögreterek” (Alak/4) erdemi, ahlaki unsurlari yükler. Fakat süreç içindeki aile, çevre, toplum, kurumsal egitim unsurlariyla orijinindeki yetileri çogunlukla ögüterek, belirlenen kaliba girer.
Kendini egitebilen ve egitebilecek olan insan, ögretilen konumuna girer. Çünkü egitim; kisinin bilgiye ve bilmeye tevessül etmesiyle, ögretim; kisinin zorla ona itilmesi, disaridan belli bilgi içeriklerinin müdahalesiyle olur.
Yani ögretim çogunlukla mekani, zamani belli profesyonel kadrolarla verilen ögretme seklidir. Bagimsiz degil, kalipsaldir.
Egitim; insanin kendini bulma, hakim olma meselesi sürecinde, kendini gelistirme ve asmasidir.
Ilim, ilim bilmektir
Ilim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktir.
Diyen Yunus Emre’nin de ilmin dinamigini insanin kendini bulmasi, bilmesi ve bu noktada anlam, önem ve hikmet kazandirmasiyla da okumalar yapmasini vurguladigini görüyoruz.
Oysa günümüz egitim anlayisi bu tanimin karsisinda konumlanir. Ve modern egitimin; teknik, kalipsal ve rekabetçi metodu sosyo-politik amaç güder.
Oysaki egitim orijininde, kendi mecrasindadir. Özel vasiflari, kabiliyetleri görebilme, açiga çikarabilme zeminindedir. Kendi içsel yolculugundadir bu anlamda.
Antik Yunan’da “kendini bulma hali” üzerine egitim anlayisinin gelistigini biliyoruz. Ülkemizde sinava dayali egitim sistemi kendinde olani ortaya koyma firsati degil, kendine verileni ne kadar aldiginin sinavidir. Notlar, paket formati ve egitimi ne kadar alabildigine endekslidir.
Kendinden katilmasini istemez, yetki vermez, olanak tanimaz. Üstelik hizlandirilmis egitim metotlari, zamani ve enerjiyi de hizli tüketmeye odaklidir.
Yasam ve yasama dair paradigmalar sindirilmeden irade, his, duygu ve gözetimden geçmeden ezberce, hizlica geçilir. Tecrübe edilemez. Çünkü ona ögretilmislik vadedilirken o ögrenci kilinmistir.
Cemil Meriç’in talebeden ögrenciye geçisi elestirmesi tam da buradaki sikintiya isaret eder. Yani ögrenci/ögretmen iliskisi, yasamda bilinçli bir sekilde yerlesmis durumda.
Talip olmayan ama ögrenci olana kalipsal, ögreticilik de dayatilmanin ötesinde reva oluyor….
Kendini bulma ve bilme bilinci talip olana, farkinda olana düserken, ögrencilik; ögreticilige ve ögretmene tekabül ediyor. Birilerine ve bir yerlere ögrenciyseniz, birileri size ögreticilik yapar.
Hakeza egitim kendini bulmayi, ögretim kendinden olmayi yegler.
Ögretim sosyo-politik zeminde toplumlar insa etmeyi, egitim bireyin insasini yüklenir.
Foucault, “Bilim Teknolojileri” derken Taha Abdurrahman, “ Ruhun Teknolojileri” der. Ali Seriati beser olan insanin yine egitim ile insan olabilecegini ve kalabilecegini söylerken Kant’in egitim anlayisi Seriati’yle aynidir.
Aliya Izzetbegoviç, “Uygarlik egitir, kültür aydinlatir; biri ögrenmeyi, digeri düsünmeyi ister” der. Çünkü kültür zamana yayan tecrübe ile düsünmeye iter. Platon!a göre egitim; ruhun gücünü iyiden yana çevrilmek, Konfüçyüs’e göre; kendini asip edebe yönelmektir.
“Kisiyi digerlerinden farksiz yapmaya hiz veren bir dünyada kendin olabilmek, dünyanin en zor savasini vermektir.” Der Edward Cummings.
Nietschze, asalet mefhumunu; “kendi olma” cesareti göstermek olarak tanimlarken, durusmadaki Sokrates “Sorgulanmamis hayat yasanmaya degmez” diyordu.
Yaklasik yüz milyar nöron ve bes bin baglanti noktasiyla insan beyni, her sinyal ile bir bilgi parçacigi üretir. Her insan için özel tasarlanmis, insani diger canlilardan ayiran duyu nöronlari sayesinde düsünme, algilama, bilinç ve farkindalik düzeyi gelisir. Bu muhtesem yapiyi kullanmamak, yine durum ile paradoksal bir egri arzediyor.
Tüm akli verileri, bir formata ve kaliba sokmak… Hapsetmek…
Ülkemizdeki modern egitim üzerine söylenecek çok sey var. Basli basina derin bir sikinti ve mevzu. Buna baska serilerde daha detayli ele alacagim insallah.
Özetle yaptigim bu girisi, kiymetli bir egitimcinin talebesinin nasil kendinden olani bulmasina ve bilmesine yardimci oldugunu anlatmak içindi.
Ilkokul ögretmenligi yapan daha sonra alan degisikligiyle meslek lisesine geçen, kurumun kendisine verdigi ünvanla ögretmen olan lakin yaptigi isin kutsiyetini, insani kismini görmekle insana dokunan bir egitimci aslinda…
On bes yil saf, temiz dimaglara sahit olan bu insan, lisede nasil dumura, hayal kirikligina ugratilisa ve yanlisa yönlendirmeye de sahitlik yapma gibi bir ortami olmus… Malum meslek liselerine çogunlukla basarisiz olduklarina inanilan gençler gönderilir. Alt yapisinda yatan sikintilara bakilmaksizin, ailevi sorunlar görülmeksizin. Temiz yapidan gelip, kendileri için düsünülen (!) kurgusal yapi ve egitime tabi tutuluyorlar.
Genç potansiyel bir toplumun, bir ülkenin en kiymetli, en güçlü potansiyeli olmasina karsin bünyelerinde tasidiklari cevheri görme gibi bir dert barindirmadan….
Egitimcimize dönelim…
“Ilkokulda bacaklariniza, lisede bogaziniza sariliyorlar.” Ifadesini tebessüm ve ümitle söylemesi, onlarin hep bir sarilis arayisi içerisinde ve kendisinin de içtenlikle sarilmaya aday oldugu istek ve bilincini tasiyor.
Egitimci safinda oldugunun ve aslinda bu genç dimaglarin egitilmeye aday olduklarinin fazlasiyla farkinda olacak ki talebesi Kenan ile olan ve hala devam eden iliskisi bunun güzel bir göstergesi.
Hayata küsmüs, babasi erken yasta vefat etmis, yasadigi ev ve çevre kavgaci olmasinda etkili olmus, pitbull besleyen, sabah yüzünü bile yikamadan gelen, sirayi petegin yanina çekip uykusuna devam eden, kantinden aldigi seylerle sinifta kahvalti yapan, arkadaslarina satasan, sakalasan, dersi sabote eden, ders dinlemeyen, sinav sorularini arkadaslarina cevaplatan bir ögrencidir Kenan.
Bir süre ögrencisini gözlemleyen bu egitimci, Kenan’in herkesin gözüne batacak bu davranislarinin arkasinda düzgün bir karakter sahibi oldugunu fark eder.
Önemli olan da bu degil miydi ?
Haksizliga, adaletsizlige zerre tahammülü olmadigini görmüs, onu çözebilmenin ve ona yararli olabilmenin kodlarini aramis….
Sohbetleriyle sürekli ögrencileriyle diyalog halinde olan egitimci, Kenanla olan bir sohbetinde “Hiç mi sevdigin bir anin olmadi ?” diye sorunca derin bir iç çeken talebesinin; “Küçükken dayisinin kendisini trene bindirdigini ve treni nasil kullandigini gösterdigini söyler. Bunun onu çok ama çok mutlu ettigini ekler.
Insana dokunmayi kendine siar ve dert edinen bu insan, kodu çözmüs talebesine nasil faydali olabilecegini bulmustur. “Yürekten; seni anliyorum, seninleyim ve sanirim gidecegin yeri de biliyorum.” Hissiyle omzuna destek yumrugu atar.
Okudugu bölümden meslek yüksek okulu rayli sistemlere yönlendirirken, süreçte gereken destegi saglar.
Bir küçüklük anisi üzerinden bir gencin kabiliyetini ve istedigi meslegi kesfeden bir egitimci….
Yapisinda hareketli ve canlilik olan bu gencin ara ara dersten kaçip tren istasyonuna gitmesini kural disilik degil kendini kesfetmeye giden bir kaçis oldugunu hissedecek kadar derin bir anlayis. Nitekim gerçek de dogru da buydu…
Kenan Mus’ta rayli sistemleri bitirdi. Su an KPSS’ye hazirlik yapiyor. Üzerinde emegi olan ve yüklendigi misyonun yürekten isçisi olan bu güzel insanla iliskisi ve iletisimi devam ediyor.
Kenan bir gün göreve gelirse; bu yürek kasifinin, tipki dayisinin kendisini trene bindirdigi gibi trene bindirecegi ve birlikte trenle yol tutacaklari sözünü vermis.
Kendisinden bizatihi bunlari dinlerken ben, yüz ifadesi, konusma üslubu ve ses tonunun; insan derdi ve tasasini tasidigina sahitlik ettim.
Egitimcinin söyledigi son söz; “ Bir insanin yüregine dokunmadan onu egitemezsiniz.” Oldu.
Bir kez daha umutlarim yeserdi…
Güçlü bir potansiyel; genç nüfusa sahibiz. Onlar çok temiz, kisilik ve karakter sahibi ve kabiliyet dolu.
Mesele uygun trene bindirmek.
Aslolansa uygun trene binmelerine yardimci olmak.
Yürekleri fetheden egitimcilere selam olsun…
