PROF.DR. OSMAN ÇAKMAK


Hayatin manasi ve ölümden sonra hayat


Ne yazik ki dostlardan, yakinlarimizdan dünya hayatina veda edip ebedi sefere çikanlara daha sik rastliyoruz bugünlerde. Sosyal medya sayfalari ayni zamanda hastalik ve ölüm gibi aci haberlerinin dostlara duyuruldugu platformlar haline geldi. Salgin günlerinde en çok duydugumuz sözler sunlar degil mi? "Basiniz sagolsun, Allah rahmet eylesin, Mekani cennet olsun", Bu tür tesellilere daha çok rastliyoruz artik Facebook gibi sosyal medya sayfalarinda.

Sonumuzun sonsuzluk oldugunu biliyor ve teselli buluyoruz. Gaflette degilsek, ebedi hayati önümüzde görüyoruz. Yolcu yolunu düsünmeli ve tedarikli olmali. Günler donmus gibi gözükse de buzlu yüzeyin altinda hayat suyu sessiz sedasiz alttan akip gidiyor. Aheste aheste de olsa hayat gemisinin eninde sonunda bizi tek götürecegi tek bir liman var…

Korona sebebiyle ahirete sevkiyatin arttigi su günlerde ahiret yurdunun ve hayatin gerçekligi üzerine konusalim dedik.

Insan “daima genç kalmak istiyorum, ihtiyarlamayacagim” diyemedigi gibi “ben bu âlemi çok sevdim, buradan gitmek istemiyorum.” da diyemiyor.

Hayatin gafletle kapanan yüzeyi insana zaman geçmiyor hissini veriyor. Oysa öyle hizla akip gidiyor hayatimiz. Hastalik ve musibetler gibi hadiseler, genis gördügümüz dünyanin aslinda ne kadar dar oldugunu gösteriyor. Kendi dünyasi aslinda hücre hapsi gibi kapali dar alan oldugu halde duvarlarinin adeta cam gibi arkasini göstermesinden dolayi, insan etrafi genis görür, halkin dünyasini da kendi dünyasina katar. Ama ne zamanki musibet oklari kendimize isabet edince, ölümün bize ne kadar yakin oldugunuz anlariz. Kafamiz o dar hücrenin duvarlarina çarpar. Gerçekle yüzlesiriz.

Hayat apartmani bir gün yikilacak elbette. Çünkü bu beden bu hayata direk olacak saglamlikta degil. Ölümün kesif kollari olan hastaliklar bunun habercisi. Bir gün akan sular duracak, yanan lambalar sönecek, telefonun sarji biter gibi kalbimiz duracak.

Bu bitis her seyin yeniden baslangici olacak. Yok olmak için var olmadik çünkü. Çürüyüp mahvolmak için insan olmadik. Dünyaya dünya için, kisa bir müddet için yasayip da sonra yok olmak için gelmedik. Yasamak, yemek , içmek evlenmek için insan olmaya lüzum yok. Onlari serçe de, evdeki kedi de yapiyor.

Evet kainata dikkatle baktigimiz zaman gerek kainatin bütün safhalarinda gerek her mevcudunda bir tekamül kanunu oldugunu görüyoruz anliyoruz. Kainatta basitten mükemmele dogru bir gidis var.

Mesela bir çekirdek büyüyor gelisiyor filiz fidan derken meyve oluyor. Yani çekirdek tam kemale geliyor. Sonra ne oluyor? Bu meyveler çesitli sekillerde (yenilerek veya çürüyerek) ölüyor. Pesinden yapraklar... Meyvesi, yapragi ölen bir agacin kendisinin ölmeyecegi söylenebilir mi?

Nitekim bir müddet sonra agaç da ölüme dogru kosuyor. Bunlar hep kainat cinsinden ve onun meyveleri. Hayalimizi büyültelim, kainatin tamamina bir agaç nazariyla bakin. Biz ve diger canlilar bu agacin meyveleriyiz. Öyle ise meyveler öldügüne göre agacimiz olan su kainatin da muhakkak birgün ölecektir. Zamani daha uzun olur, kiyamet denilen muhtesem saat gelecek.

Bu kainat fabrikasi, su ilahi apartman harabiyete dogru gidiyor, eceli yaklasiyor.

Eger ölümle hersey bitecekse buna tekamül denmez. Sonu hiçlik olan bir varliga veya tekamüle varlik denmez. Yoksa hersey, bütün güzellikler, nisbetler, kemaller tersine döner. Yiyip, içip, yatip, kalkma; yiyip, içip, yatip, kalkmama...

Hiç yoktan böyle bir kainat sarayi kuran Allah cc. bunu yikip da ahiret denen çok daha büyük ve muhtesem bir alem kuracak. Kuracak olan Odur biz degiliz, bize kurdurmayacak ki akildan uzak görelim, zor görelim. Kaldi ki zor olsaydi bu alemi ilk defa yapmak zor olurdu.

Madem yapan bilir, öyleyse bilen konusur ve konusmus. Sarayi biz yapmadik ki yikilmasina da biz karar verelim. Yapilmasinda hissemiz yok ki yikilmasi hakkinda laf edelim.

Evet, su kainatin Hâlik-i Zülcelal'i gönderdigi bütün elçileriyle ve fermanlariyla ve bütün isim ve sifatlariyla ve su kainat bütün hakikatlariyla kiyamet ve ahireti istiyor, iktiza ediyor, haber veriyor. Bu kadar kuvvetli sahit ve muhbirleri olan bir davayi kim çürütebilir?

Bu gecenin sabahi ve bu kisin bahari gelmesi katiyetinde kiyamet kopacak.

Meselenin bütün insanlari ilgilendiren yönü su degil mi?

“Hayatimi nasil degerlendirecegim ve nasil ölecegim?” Dünya imtihaninin bütünlemesi yoktur. Ne yapilacaksa bu dünyada yapilacaktir. Hatalar ölüm gelmeden önce görülürse hemen düzeltilebilir. Süre yetmezligi söz konusu degildir. Yetmis yil yanlis yolda giden kisi dogruyu görüp mazisine tövbe ettiginde artik cennet yolcusudur. “Dünya ahiretin tarlasidir.” (Hadis-i Serif)

Bilim adamlari hayatin ne oldugunu ve nasil meydana geldigini anlamak için ömürler tüketseler de Vahyin rehberligi olmadan tatmin edici cevaplar bulamiyor.

Hayatin mensei hakkinda inanmayan nice insan arastirma yapti. Inanmaya inanmaya gittigi o alemde simdi kabir hayatini tadiyor olmalilar ve hayatlarinin hesabini vermekteler.

Hayatin hakikatini ararken onun kaynagina bakmamiz gerekmez mi? Mesela her bir fiil ve olay bizi ilahi isimlere ulastiracaktir. Bu bir bakis bizi “Muhyi” ismine götürür: Allahin hayat verici, diriltici ismine…

Hayatin bir tek fonksiyonu olan konusma sifatini ele alalim. Bu özellik madde aleminin hiçbirinde yok. Konusmayan bu varliklardan konusan, gören duyan mahluk yaratilmasi, ancak Ilâhî bir ihsanla olabilir, o da Muhyi isminin tecelliyle olur.

Ölümle bedenden ayrilan cesettir. Ölüm konusundaki gafletimiz esasen ruhu bilmemek ve tanimamakla ilgili olmaktadir. Bu cehaletimiz ampülün arkasindaki elektrigi, yahut da bilgisayari çalistiran programi bilmemeye benzetilebilir.

Ampülün bozulmasi elektrigin yok olmasi anlamina gelmedigi gibi, bilgisayarin bozulup çalisamaz hale gelmesi de programlarin bozulacagi ve yok olacagi anlamina gelmiyor. Benzer sekilde bozulan ve çalisamaz hale gelen bedenimizdir; ruhumuz degil.

Beden ülkesi ruh sultani tarafindan yönetilir. Sultan ülkeden ayrilinca beden ülkesinde de çözülmeler, dagilmalar basliyor. Sonunda o trilyonlarca canli hücrelerin her biri de ayrica ölüme mahkum oluyor.

Öldükten sonra tekrar nasil dirilecegim diyorsun. Hasirde bütün insanlari birden diriltmesini aklina sigistiramiyorum diyorsun. Deryayi bardaga doldurmaya çalisiyorsun. Suç bardakta mi? Ilahi icraatler senin dar aklinin ölçüsü ile yürütülmüyor. Kisin ölen bitkiler âleminin bahar mevsiminde yeniden yaratilmalarini görüyorsun halbuki.

Uyumaya ve uyanmaya gücü yetmeyen sen, nasil dirilecegini düsünüyor. Halbuki insan kendi dirilmeyecek, diriltilecek. Seni uyutan öldürecek ve uyandiran diriltecek. Dünya yüzünden ölüm kanunu ile silindiginde, onun iradesine karsi koyamadigin gibi, onun diriltmesine karsi da koyamayacaksin.

Kur'an'da söyle buyrulur: “Sizin hasirde (ahirette) dirilmeniz dünyadaki yaratilisinizdan daha kolaydir”(Rum, 27). “ O ölüden diriyi, diriden de ölüyü çikariyor ve yeryüzünü ölümünün ardindan canlandiriyor. Iste siz de böyle çikarilacaksiniz”(Rum, 19)

Öyle ya, bir zamanlar dünyada yoktuk; bizi yoktan yaratip dünyaya getiren alemin sahibi için ahirette tekrar nasil yaratacak denilir mi? Gören gözlere düsünen akillara hersey açik!

HaberVakti

Yazarın Diğer Yazıları


20° / 11.9°

YAZARLAR