1-Birinci önermemiz, kadinin biyolojisini göz önüne almadan onun için en uygun olanin tanimlanamayacagi gerçegi.
2- Ikincisi, kültürel ve geleneksel aktarimlarin kadina biçtigi rollerin, günün verilerine göre yeniden tanimlanmasi gerektigi gerçegi.
3-Üçüncü önermemiz, modemizmin getirdigi sosyokültürel degerlere ragmen ruh sagligimizdaki olumsuz gidisatin kadin psikolojisi üzerindeki sonuçlarini gözden geçirmek gerekliligi. Ayni zamanda kadinin konforunun nerede oldugu konusunda beyin firtinasini yapmak.
4- Dördüncüsü ise, kadina ikinci sinif olmayi öneren erkek egemen kültüre karsi, kadin erkek savaslarini tesvik eden feminizmin yanlisi yanlisla düzeltmeye çalistiginin kanitlanmasi.
"Ortalama erkek, ortalama kadindan daha üstündür." düsüncesi Aristoteles'in teziydi. Ayni tez materyalizmin teorisyenlerin-den Nietzsche tarafindan da savunuldu. "Peki, günümüze gelindiginde bu durumun alternatifi nedir? Insani üstün kilan, cinsiyetinin yetenekleri ve becerileri midir?" sorularinin mutlaka sorulmasi gerektigini düsündük. (12, 57, 58)
Farklilik Bilinci Kisilik yapilarindaki farkliliklar kadin erkek arasinda oldukça belirgindir. Bu durum dogaldir ve genetik algoritmanin bir geregidir. Iki cinsin de karsi tarafin kendisinden farkli olmasi gerektigini bilmesi, iliskinin saglikli olmasi için ilk adimdir. Aksi takdirde bizim hissettigimizi onun da hissetmesini veya bizim istedigimizi istemesini arzulariz. Bu ise ne mümkündür, ne de dogru ve gerekli.
Çünkü insanlar tek tip yaratilmamislardir. Biz sevdigimiz kisiye nasil davraniyorsak karsi tarafin da bize öyle davranmasini beklemek, olgunlasmamis bir kisilik belirtisidir. Sevgiyi kimileri konusarak, kimileri de hediyeleserek ifade ederler.
Yine bazilari sevgilerini yardim davranisiyla, bazilari da fizikî temas, yani dokunma ile gösterirler. Iste bu farkliliklari bilmek, duygusal farkindaligi, dolayisiyla iyi iliski kurmayi sonuç verir.
PSIKOLOJIK FARKLILIKLARIN ANALIZI
Kadinlar daha fazla estetik kaygilara, sevgiye, iletisime, güzellige deger verir. Sevgi ve uyum onlar için daha önemlidir. Bir erkegin yarisi kazanmaktan veya tuttugu futbol takiminin attigi golden aldigi zevki, kadin yakinlasma ve paylasma aninda hisseder. Eslerin birbirlerine verecekleri en önemli armagan, güvenlerini hissettirmeleridir. Bu, ayni zamanda karsimizdakini onurlandirma yoludur.
Kadinin psikolojik ihtiyacinda önceligi, duygulari anlamak, ifade etmek ve degistirmek alir. Erkek ise hep çözüm odakli düsünebilir. Ancak bunun sirri, farkli genetik algoritmada saklidir ve bu konuda gösterilecek çabayla düzeltilebilir.
Neticede genetik yapiyi göz önüne alarak kisinin psikolojik dogasina uygun davranan insan, mutlulugu daha kolay yakalayacaktir.
Kadinlar Neden Daha Çok Konusur?
Insan beynini en çok çalistiran eylem, kelime üretmektir. Sözcüklerin linguistik özellikleri sol beyne, anlam bölümü sag beyne, duygular ise beynin derinliklerine yazilidir. Sözcük üretirken hepsi birden ortak çalismalidir. Kadinlarda ve disi hayvanlarda bu özelligin, biyolojik egilim olarak üstün oldugunu görüyoruz.
Konusmanin psikolojik dinamiginin baslica özellikleri sunlardir.
Toplumsal Cinsiyet Rolü Genetik bilimindeki yeni gelismeler, cinsiyet olusumunda insan biyolojisinin önemini ortaya koymaktadir. Akademik platformlarda gerçeklestirilen tartismalar, "kisinin genetik algoritmasina uygun davranmasinin menfaatine oldugu, genlere ragmen olusturulan ögretilerin insana zarar verdigi" tezini güçlendirmistir.
Kadin ve erkegin cinsel kimliginin olusmasi ve cinsiyet rolünün pekismesinde genlerden gelen miras etkilidir.
Genler kendisine yazilanin yapilmasini ister, hatta emreder. Bir insanin cinsiyet kimligi, biyolojik unsurlarin üstüne kültürel doktrinlerin eklenmesi sonucunda olusur. Insanlarda cinsiyet kimligi ilkögretime baslamadan önceki yillarda olusur. Bunu çocuklarin zevklerinden ve oyunlarindaki farklardan anlariz.
Tarihte kadinin toplumsal konumu, kadinin toplumsal statüsü tarih boyunca çok fazla inis çikislar yasamis olmasina ragmen bu konuda ciddî bir gelisme oldugunu söylemek güçtür. Halklarin kadina bakis açisi, sahip olduklari kültürel degerler isiginda farklilik göstermistir.
Kadinin geçmis toplumlardaki rolüne baktigimizda birbirinden çok farkli yaklasimlar sergilendigini görürüz. Meselâ Antik Yunan kadini cemiyet hayatinda son derece aktif ve özgür olmus, bilhassa eglence hayatinin içinde bulunmustur.
Bu dönem, genç kiz, kadin ya da erkeklerin 25 yasina kadar çiplak gezmelerinin önerildigi, kuralsizligin hâkim oldugu bir süreçtir. Giyinme zorunlulugu 25 yasindan sonra söz konusudur. Antik Çagdaki heykellerde kadinin cinsel kimligi ön plâna çikarilmistir.
Fakat daha sonra Isparta ile Atina halki arasinda kadin konusu çokça tartisilmistir. Meselâ Aristo'nun kadinin ikinci sinif görülmesiyle alâkali fikirleri, kadin cinsiyle ilgili "kalip yargilar"in pekismesini saglamistir.
Hatta aklin gelismesine çok önem veren Aristo, sahip ve efendilerden olusan küçük bir toplulugun, kölelerden olusan büyük bir topluluktan üstün oldugunu söyler. Böylece "aristokrat sinif denilen ldas ortaya çikar.
Aristo, kölelerden olusan toplulugun yönetilmesi gerektigini düsünürken, kadini da erkegin yardimcisi ve tamamlayicisi olarak konumlandirir.
Bu arada mirasta hak verilmemesi taraftaridir.
Öyle Id Aristo, Isparta ahalisini, kadinlara verdikleri haklar dolayisiyla gerici ve asagilik olmakla suçlar.
Ispartalilar ise savasçi bir toplumdur ve kadin haklari konusunda Atinalilarin tam aksini düsünmektedirler. Savasa gittiklerinde ticarî islerini, kendi yerlerine bakmalari için kadinlara devrederler.
Sitede olmadiklari zaman tasarruf kadinlara birakilir. Bu durum, Aristo gibi pek çok Atinalinin onlari elestirme sebebi olmustur.
Aynca Yunan medeniyetinin zirvede oldugu dönemde, kadinla erkek arasinda hiçbir mahremiyetin bulunmamasi, iki cinsin fazla iç içe olmasi ensesti yaygin hâle getirmistir. "Odipus" ya da "Elektra" kompleksi, bu sürecin ürünüdür. Bu da literatürde efsane hâline gelmis ve daha sonra birçok bilimsel verinin, özellikle Freudyen görüsün kaynagini olusturmustur.
Neticede Yunan medeniyetinin benimsedigi bu hayat tarzi, onlari çözülüp yok olmaya götürmüstür. Romalilarda sistem, erkek egemenlik üzerine kurulmustur. Kadin Roma'da köle olarak kabul edildigi için hukuki ehliyeti yoktur.
Bu sebeple de evlilikte ya da baska herhangi bir akitles- mede söz hakkina sahip degildir. Ayrica mirastan mahrumdur. Hukukî hiçbir hakki olmayan kadin, fiili ehliyette de vesayet altinda kabul edilir. Çocuklar, bunamislar, akil hastalari kategorisinde yer alan kadin, kendi kendini yönetemeyecegi ve sahsî kararlarini veremeyecegi için onun adina karar verilmesi gerektigi düsünülür.
Roma'da kadin, annelik konusunda da çok sanssizdir. Anne, dogurdugu çocugu erkegin ayagina birakir. Eger erkek o çocugu kucagina alirsa evlât olarak kabul ediyor demektir. Ama çocuk oldugu yerde kalirsa, savas tanrisina emanet edilmistir ki, böyle bir çocuk ya insafli bir insan yüregini ya da ölümü bekler.
Hammurabi yasalarinda ise kadin, mülk edinilmis hayvan me-I sabesindedir. Yüzyillarin gizemli toplulugu Hindilerde, kadin bütün hayati boyunca noksan addedilir. Kocasi öldügü zaman, onun akrabasindan bir erkege baglanmak zorunlulugu vardir.
Ya da Hindistan'in bazi yerlerinde hâlâ devam eden dul kalan kadinin öldürülmesi gelenegi, yüzyillardan bu yana Hintli kadinin, esinin ölümünden sonra hayat hakki olmadiginin isaretidir. .
Yahudilikte ise kadin, erkegin hizmetçisidir. Yahudi inancina göre erkek kadindan üstündür ve kadin ona hizmet etmelidir. Bunun gerekçesi de Âdem'i Havva'nin yoldan çikardigina inanmalaridir. Bu sebeple kadin lanetli kabul edilir. Tevrat'ta "Kadin, ölümden acidir.
Allah nezdinde iyi kimse, kadindan kurtulandir. Binde bir erkek arasindan bir iyi adam buldum, kadinlar arasinda tek bir iyi bulamadim." ibaresi yer alir. Antik Yunan felsefesi, Hammurabi yasalarindan gelen fikirler, bu tahrif edilmis Tevrat'ta islenir.
Hiristiyanligin kadina bakis açisi da Yahudilikten çok farkli degildir. Hiristiyanlik, kadini vesayete muhtaç kabul etmekle birlikte onu "pis varlik" sözleriyle nitelendirir. Bu sebeple de bekârligin Allah kaünda evlilikten daha serefli oldugu belirtilmektedir. Sövalyeler, rahibeler ve papazlar, bu inanisin geregi olarak evlenmezler.
Çünkü evlenmek, "Seytan'in kapisina gitmektir." Bu da kadinin güzelliginden sakinilmasi gerektigi, onun fitne ve gururunun Iblis'in silâhi oldugu teziyle güçlendirilir. Bu düsünce katiligina tepki olarak Hiristiyanligin, hatta Islâm'in gelisinden yüzyillar sonra Rönesans ve Reform ortaya çikmistir.
Ancak bu degisimler dahi Batida kadinin fert olarak taninmasini ve sosyal haklarinin iyilestirilmesini hemen saglamamistir.
Yirminci yüzyilin baslarina kadar bekar bir kadinin, velisinin izni olmadan akit yapmaya ehil olmadigi düsünülmüs ve tipki bir akil hastasi gibi kisitli olarak kabul edilmistir.
Batida çok feci sekilde yasanan kadin haklari ihlallerinin 1900'lerin basinda Ingiltere, Kanada ve Fransa gibi ülkelerde degismeye baslamasiyla durum tersine dönmüstür. Meselâ Kanada'da kadinin birey olarak kabul edilmesi 1929'larda gerçeklesir ki bu, çok yakin bir tarihtir.
Garpta kadin ferdiyetinin onaylanmasi ilk kez Ingiltere'de, o da ilginç bir sekilde vuku bulur. Bilindigi gibi Ingilizcede cinsler arasinda ayirim yapmak için "he" [erkekler için kullanilan "o" zamiri] ve "she" [kadinlar için kullanilan "o" zamiri] kelimeleri kullanilir. 1900'lerin basinda Kanada'da avukatlik yapan bir kadin, hâkim olduktan sonra kendisine birey olmadigi, yasalarda "he" degil, "she" yazdigi söylenir.
Kadinlar bu olay üzerine baslattiklari hukukî mücadele sonrasinda erkeklerle esit haklara sahip olabilmislerdir.
Yirmi birinci yüzyildan farkli olarak geçmis çaglarda Batida kadin, erkekler tarafindan küçümsenmistir. Erkekler, düsünce yeteneklerinin zayif oldugunu düsündükleri karsi cinsi kölelestirmislerdir.
Özgür olmadigi için hakkini arayamayan kadinin durumu, Fransa gibi büyük bir devlette dahi ancak 1938'lerden sonra degismistir.
Son din Islâmiyette kadinin sosyal konumunu incelersek, bilhassa Hz. Muhammed zamaninda toplumda çok aktif olduklarini görürüz. Osmanlilarin kadini eve hapsettigini düsünmek yanlistir.
Fakat geleneksel baski bu çagda sekil degistirerek devam etmektedir. Kadinin cinsel kimligiyle var olup, toplumsal konumunun bu sekilde belirlenmesi mi onun için avantajdir, yoksa imaretler, okullar, hastaneler açarak toplumla ilgilenmesi mi daha iyi bir konum sayilir? Kadinlarin en büyük özelliklerinden birisi, empatik iletisimlerinin erkeklerden daha güçlü olmasidir.
Empati yeteneginin kadinda daha fazla olmasi, en çok onun çocuk egitimi ve yardimlasmada gösterdigi basarilara yansir.
Osmanli, kadinin bu empati becerisini toplumsal dayanisma alaninda kullanmis ve dinin infak kurumunu harekete geçirerek kadina bu alanda rol vermistir.
Fakat Batida bilhassa Orta Çagda kadin sadece cinsel kimligiyle anilmis, hiçbir sekilde diger sosyal kimliklere sokulmamistir.
Orta Çagda ilim, kültür, sanat hayatinda etkin kadinlar görmek güçtür.
Buna tepki olarak da Batida daha sonraki dönemlerde cinsel özgürlük akimi ortaya çikmistir.
Insanide tarihi, büyüyen bir insan gibidir. Bilhassa kültürel gelisim sürecinde toplumlarin hatalariyla karsilasmak ihtimali daha çoktur. Nasil ki bir çocugun yetisme çaginda yaptigi hatalar eriskinlik sürecinde son bulursa, insanligin yanlislari da olgunlastikça azalir.
Su esnada eriskinlik dönemini yasayan insanlik, bugüne kadar edindigi kültürel birikimi göz önünde bulundurularak degerlendirilmelidir.
Ancak burada, üzerinde önemle durulmasi gereken bir husus var:
Insanî degerleriyle anilmak isteyen modern kadin, aklin gelistirilmesine çok önem vererek onu kutsallastirdi.
Mantik ve muhakeme ile ilgili melekelerini yücelten kadin, biyolojik dogasina aykiri davranarak duygularla ugrasmayi zayiflik seklinde algiladi.
Biyolojik dogasina aykiri davrandi; çünkü kadin beyninde daha çok, duygusallikla ilgili hücre vardi. Bunun en büyük ispati, son yillarda duygularimizin yasantimizdaki önemi anlasildikça ortaya çikti.
Toplum akli ile birlikte duygularina yaslanmayi da basardikça, kadinlarin sosyal roldeki kiymeti artmaya basladi. Kadinin sevgi veren, insanligin sevilme ihtiyacini gideren bir unsur olarak vazgeçilmezligi kanitlandi.
Bu durumun benzeri Antik Yunan Çaginda da yasanmis olmasina ragmen, insanligin tam olgunlasmamis olmasi ve iletisim eksikligi, kisa zamanda kazanilan haklarin kaybedilmesi sonucunu vermistir.
Bu haklar, kadini cinselliginin disinda "insan" kimligiyle görebilirsek günümüzdeki hukuk modeli çerçevesinde de devam ettirilebilir.
Eger Antik Çagda Yunanlilarin yaptigi hata yapilmazsa, yani kadin düsünürlerin varliklarini hissettirmeleri suretiyle sosyal hayatta aile odakli yaklasimlar güçlenirse, her iki cinsin de mutlu olabilecegi bir toplum olusur.
Kadin ve erkegin bencil olmadan bagimsiz kalabilecegi, kimsenin kimseye üstünlük sergilemeyecegi bir beraberlik olusabilir.
Bunu yapmak, rol paylasimlarini iyi bir biçimde gerçeklestirmekle mümkündür. Insanlik su anda bu olgunluk düzeyine sahiptir. Aslinda konuyla alâkali tartismalar, insanligi gelistirecegi ve ileriye tasiyacagi için iyiye isarettir.
Bir kisinin insaniyetiyle cinsiyet kimliginin dogru noktalarda degerlendirilmesi, topluma dogru seyler kazandirir.
Kadinin kendi yönetimini gerçeklestirebilmesi için, kimliginin farkina varmasi ve kendini, toplumu dogru tanimasi gerekmektedir.
Insanligin su anda geldigi nokta, "kadin ve erkegin birbiriyle savasan degil, birbirini tamamlayan iki varlik oldugu" gerçegidir. Özel bir yetenektir. O, çocugu veya sevdigiyle ilgili olarak bes duyunun tespit edemedigini görmektedir.
Annelik duygusunu anlamaya çalisirken, bu duyguyu biyolojik boyutuyla da kavramak gerekir. Annelik tandansi [egilimi] içinde, hem duygu hem de beyinde yazili bir programin uygulanmasi vardir. Çocuk olduktan sonra annenin beyninde yazili olan program devreye girer ve artik anne ona göre duygular yasar.
Meselâ bu dönemde lohusalik depresyonu olusur. Bu süreç bazi kadinlarda daha belirgindir ki, onlarin beyinlerinde serotonin azalir.
Serotonin, insanin ruh hâlini yöneten hücrelerin kimyasalidir. Kisilerde bu madde azalirsa, ortaya depresif bir egilim çikar.
Yalniz kalan annelerde lohusalik psikozu, "Çocuguma bakamayacagim!" korkusu olusur. Bu sebeple bizim geleneklerimizde lohusa kadin 40 gün yalniz birakilmaz.
Bu sonuca, deneyerek ulasilmistir. Özellikle ilk çocuklarda anne, "Çocuga bakamayacagim, ona iyi annelik yapamayacagim; çocugun nefesi durursa?..." gibi korkular tasir.
Hatta bu korkular yüzünden, uyumasi gerektigi hâlde uyuyamaz. Ama yaninda birisi olursa, "Çocuguma bakan biri var." diye düsünerek rahatça uyuyabilir.
Uyumama hâlinde beyindeki serotonin daha da eksilir ve kisi kendini güvende hissedemez.
Anneler bu dönemlerinde yavrusu için kolayca tehlikeye atilabilir. Bu, insanî annelerde oldugu gibi hayvani annelerde de aynidir. Bu duygunun, beyindeki genetik programin harekete geçmesiyle ilgili oldugu düsünülebilir.
Kadin psikolojisini insan psikolojisinden net sinirlarla ayirmak mümkün olmamakla birlikte; beynin çalisma kurallari, toplumsal ve aile içindeki roller, annelik, cinsellik açisindan degerlendirmelerin farkli bakis açisi gerektigini söylememiz yerinde olacaktir.
Sevgiyle Kalin
Kürsat Sahin YILDIRIMER
Uzman Terapist
0532 603 30 06
KAYNAKLAR:
l. Andreasco, N. C.: Cesur Yeni Beyin (Çev.: Yildirim B.Oogan), Okuyan UsYasmlan, ISTANBUL. 2003.2. Baker, C.—Silwi, P.:TlieRelatiomhipBeni/ceoMoleScxuelDysfiinctionandBlicf in Zihclgerd'sMydis. World BehaviorTlicmyCongress 5-10 Eept. 1988, Edin-burgh.3. Bireda, M.Ki Ask Bagimliligi (Çev.: Meltem Erkmen),Epsüon Yay, iSTAN—BUL, 2001.4. Cooper, CL.: Stres, MedicineamdHealth, Handbook CRP Press, lnc. 1996,Boca Foton, New Yock, London, Tokyo.5. Ciensliaw, Tl, GoldbergIp, SexualAspectsofNeuroclicmistiy, Ctenshowl'l,Goldberglp (Ed.) SemelPharmacology, Newyork W.W:Noi1en, Comp.l996.6. Danuisio Akemi: Umty of Knowledge, theConvergence of
