Züleyha ÇAĞLAYAN
2025 yılı “Aile Yılı” ilan edildi.
İçinde bulunduğumuz dejenere sosyal yapılara baktığımızda sağlıklı bir toplum mühendisliğinin ilk adımı olan bu farkındalığı sağlamak çok önemli, çok pozitif bir adım…
Ama “aile” unvanının toplumda bir karşılığı olması için önce şu çıplak gerçeği görmezden gelmeyi bırakmak zorundayız:
Aile, bir milletin hafızası, kimliği ve ahlaki pusulasıdır.
Bu pusula şaştığında, çocuk da şaşar; çocuk şaştığında, toplum topyekûn savrulur.
Bugün yaşadığımız savrulma tam olarak budur.
Sokaklarımızın hâline bakın:
Saygının sesi kısılmış, sevgi çürümüş, ahlak can çekişiyor. Dün ayıp olan bugün normal, dün haram olan bugün “fırsatçılık” adıyla alkışlanıyor.
Bu çöküşün en büyük sebeplerinden biri, eğitimin aile ile bağının kopmasıdır.
Biz yıllarca sınav sistemlerini tartıştık, müfredatı konuştuk, okul sayısıyla övündük.
Ama bir şeyi ısrarla görmezden geldik:
Çocuk ne okulda başlar, ne okulda biter. Çocuk, ailede başlar.
Okul aileyi tamamlar; aile çocuğu taşır.
Bu ikisi birbirinden koptuğunda nesil kendi kendini tamamlayamaz.
Yıllarca laikliği yanlış yorumlayan, dini eğitimden söküp atmayı ilericilik sayan bir anlayış hem aileyi hem eğitimi kuşattı.
Aile çocuğuna dini öğretmeye çekinir hale geldi.
Eğitim dini yok saydı; çocuğun kimliği boşlukta kaldı.
Boşluğu kim doldurdu?
FETÖ gibi yapılar, sahte alimler, tarikat görünümlü istismar şebekeleri, sosyal medya trolleri, dijital dönemin sözde rol modelleri…
Devletin öğretmediğini sokak öğretti.
Sokağın öğrettiğini de gençler “inanç” sanıp ya sahte dinlere kapılandı ya da dine tepki olarak uzaklaştı.
Bugün gençlerde artan ateizm ve deizmin tek sebebi modernleşme falan değil:
Aile ve okul tarafından doldurulamayan maneviyat boşluğu.
Aile sadece çocuk doğurmaz; çocuk yetiştirir.
Ama çocuk yetiştirmek, sadece sevgiyle olmaz.
Aile kutsaldır; evet.
Ama donatılmamış, desteklenmemiş, eğitilmemiş bir aile, sadece kendi çocuklarını değil, toplumun geleceğini de savunmasız bırakır.
Bugün anne-babalar yorgun, çaresiz, zamansız, yalnız.
Eğitim sistemi kırık, aile bağları zayıf, kültürel kodlar bulanık.
Bu yüzden Aile Yılı’nın en büyük hedefi, aileyi romantikleştirmek değil; aileyi güçlendirmek olmalıdır.
Aile güçlenmeden eğitim ayağa kalkmaz.
Eğitim ayağa kalkmadan nesil iyileşmez.
Bugün yaşadığımız kimlik krizi;
dijital kültürün kontrolsüz etkisi,
ekonomik baskıların aile içi iletişimi zayıflatması,
kültürel çözülme,
toplumsal değer erozyonu,
köhne eğitim sisteminin çocuğun ruhunu besleyememesi
gibi birçok faktörün birbirine dolanmasından oluşan çok boyutlu bir krizdir.
Tek sebebi , tek sorumlusu olmadığı gibi tek çözümü de yoktur.
Aile kavramını tek başına kutsamak çare değildir.
Aile eğitimden koparsa kutsallığı bile onu korumaz.
Aile; kültürle, eğitimle, değerlerle, dini bilgiyle desteklendiği sürece bir çocuğa kimlik kazandırabilir.
Aksi halde sevgi vardır ama rehberlik yoktur.
İyi niyet vardır ama yön yoktur.
Koruma isteği vardır ama bilgi eksiktir.
Ve unutmayalım:
Eğitimsiz aile, istismarcıya teslim edilmiş çocuk demektir.
İşte tam da bu nedenle aileyi yüceltmek yetmez; aileyi donatmak, güçlendirmek ve eğitimle tamamlamak zorunludur.
Bir çocuğu sadece okula emanet edemeyiz.
Ancak sadece aileye de emanet edemeyiz.
Aile sevgi verir.
Eğitim akıl verir.
Kültür yön verir.
Din vicdan verir.
Bu denge bozulduğunda gençlik savrulur.
Bugün yaşanan savrulma tam olarak budur.
Aile Yılı’nın gerçek bir anlamı olması için ilk adım:
Aileyi güçlendirecek, eğitimi millileştirecek, değerleri merkeze alacak köklü bir dönüşümdür.
Ahlakı terk eden toplum ayakta duramaz.
Değerleri olmayan gençlik yön bulamaz.
Kimliği olmayan millet geleceğini taşıyamaz.
Ve kimliksiz gençlik, işte bu gafletin en ağır bedelidir.
Geleceği Kaybetmedik, Sahip Çıkmak İçin Hâlâ Vaktimiz Var
Evet, yılların biriktirdiği ihmaller var.
Evet, eğitimin boş bıraktığı alanlar, ailenin yorulduğu dönemler, toplumun sessiz kaldığı günler oldu.
Fakat bir milletin kaderi, geçmişte yapılan hatalarla değil, bugün aldığı kararlarla ve reflekslerle şekillenir.
Biz; bu kararların eşiğindeyiz.
Bugün aileyi güçlendirmeye, eğitimi millileştirmeye, değerleri yeniden toplumsal hayatın merkezine koymaya niyet eden her adım; sadece bir reform değil, bir yeniden diriliş hareketidir.
Çünkü unutmayalım:
Bir toplumun en büyük gücü ne silahıdır, ne siyaseti, ne ekonomisi…
Evlerinden yükselen umut, çocuklarının gözünde parlayan ışık ve manevi kimliğin sağlamlığıdır.
Çocuğun kalbine sevgiyi işlediğimizde , aklına doğruları ve doğruluğu yerleştirdiğimizde , ruhunu ahlakla beslediğimizde;
kirlenmiş sokaklar temizlenir, kararmış zihinler aydınlanır, kırılmış bağlar onarılır.
Çocuklarını ihmal eden milletler çöker;
çocuklarına sahip çıkan milletler yeniden ayağa kalkar.
Bizim çocuklarımız kayıp değildir — sadece kendi özleriyle buluşmayı bekleyen, yönlendirilmemiş birer potansiyeldir.
Onların içindeki iyilik, merhamet ve fedakârlık tohumu hâlâ dipdiri duruyor.
Bize düşen, o tohumu doğru iklimle buluşturmaktır.
Aile, eğitimin rakibi değildir; tamamlayıcısıdır.
Eğitim, ailenin yerine geçemez; aile eğitimsiz ayakta kalamaz.
Bu ikisi el ele verdiği an, millet denen büyük yapı yeniden sağlamlaşır.
Umutsuzluğa kapılmak bize yakışmaz.
Bu topraklar, geçmişte daha zor sınavlardan geçti; her defasında küllerinden doğdu.
Bugün de aynısını yapacak güce sahibiz.
Çünkü bizim çocuklarımız geleceğimiz;
geleceğimiz ise doğru ellerde yeniden can bulacak kadar diri, taze ve umut vericidir.
Yeter ki bugünden itibaren aileyi yalnız bırakmayalım, eğitimi ihmal etmeyelim, değerleri sahipsiz bırakmayalım.
Yeter ki çocuklarımızın hem aklını hem kalbini aynı hassasiyetle büyütelim.
İşte o zaman göreceğiz ki bu ülkenin yarını, bugünden çok daha parlak olacak.
Çünkü biz milleti millet yapan en güçlü köke sahibiz: Ahlakıyla, kültürüyle, inancıyla yoğrulmuş sağlam bir aile ve o aileyi tamamlayan milli bir eğitim.
Ve bunları birleştirebildiğimizde hiçbir fırtınanın bizi yıkamayacağı kadar güçlü bir gelecek kuracağız.