MURAT FIDAN
Tarih: 02.03.2021 17:33
Bediüzzaman'i esas durusta selam durarak karsilayan Tugay
Diyarbekir’in kanaat önderlerinden ve Ulu cami eski imami büyük Alim Hafiz Ali Mülayim abi anlatiyor...
Bediüzzaman Said Nursi (r.a.) hazretleri mana âleminde dört kere bana ihtar için geldi...
1954'den 58'e kadar Van'dan Urfa'ya kadar bütün telefon direkleri benim elimden geçti. NATO'ya bagli sirkette çalisiyordum. Bu dört sene zarfinda Van, Bitlis, Siirt, Mus, Diyarbekir’e… kadar bütün elektrik direkleri elimden geçmistir. Tabi çok agir bir isti. Isi Almanlar vermisti. Bir zaman sonra is bitti. Biz isin ciddiyetine vakif olunca; Almanlar; "illa gel seni Almanya'ya götürelim" dediler. Ben de "gelirim" dedim.
Istanbul'a gittik. Sene 1958. Sirkecide bir otele yerlestik. Istanbul üzerinden Almanya'ya gidecegiz. Birinci gece oteldeyim. Mana âleminde bir zat geldi: "Sen Hâfiz-i Kur'ân'sin bu isleri birak" dedi. Ikinci gece yine ayni zat: "Ben sana söylemedim mi? Sen hâfiz-i Kur'ân'sin bu islerden vazgeç. Git kendi isini yap" dedi. "Allah!.. Allah!.. nedir bu is…" diyordum kendi kendime. Üçüncü gece yine ayni zat…
Üçüncü gün pasaportum yapilmis, dördüncü gün de artik Almanya'ya gidecegim. Arkadaslarla isleri hallettik. Otelime geldim, pijamami giydim, yatagima girdim ve isigi söndürdüm. Bes dakika geçmedi pencere açildi, bir zat girdi, bir ses geldi. Âmirane bagirarak dedi: "Hâfiz Ali kalk bakayim! Üç defadir beni buraya getiriyorsun. Ben sana demedim mi, bu islerden vazgeç. Sen hem hafiz-i Kur'ân'sin, hem de bu islerde çalisiyorsun. Sen Almanya'ya gitmeyeceksin. Kalkacaksin gideceksin Bitlis'e. Benim ismim Said Nursi." Böyle deyince: "Allah!.. Allah!.. kimdir bu zat?" dedim. Ellerimi kucaklar gibi uzattim, ellerim bosta kaldi. Kalktim isigi yaktim. Baktim odada kimse yok. Pencereye baktim, kapali. "Allah!.. Allah!.. Bu kimse, mutlaka büyük bir zattir" dedim. Ne yapayim diye düsünmeye basladim. Yarin da Almanya'ya gidecegim. Kendi kendime dedim: "Para da, pul da, makam da orada; ama ben bu islerden vazgeçecegim."
Sabah oldu, kalktim, dogru Beyoglu'na gittim. Sirketim oradaydi. 4. Bölge Basmüdürlügü. Kapiyi çaldim girdim içeriye. "Buyur?" dediler. "Efendim pasaportumu alin, size mübarek olsun, ben gelmeyecegim" dedim. "Yahu ne oldu?.." dediler. "Ben gelmeyecegim buyrun pasaportu" dedim, biraktim çiktim.
Sonra bir arabaya bindim dogru Bitlis'e geldim. Allah rahmet etsin benim bir haci agabeyim vardi. Hem âlim, hem de hâfiz-i Kur'ân'di, Gökmeydan Camisinde imamdi. Beni görünce: "Hâfiz Efendi hos gelmissin" dedi. Anlattim kendisine: "Böyle.. böyle.. Said Nursi diye bir zat gördüm.. kimdir?.." diye sordum. Oturmus bir taraftan çay içiyoruz. Dedi: "Bediüzzaman Said Nursi çok büyük bir zattir, âlimdir.. Isparta'da kaliyor.." diye konusurken, birden kapidan iki kisi girdi. Birisi sag kolumu, digeri sol kolumu tuttu. "Kalk bakayim!" dediler. "Siz kimsiniz?" dedim. "Fazla konusma karakolda belli olur" dediler. Beni götürdüler karakola...
Meger askerlik 55 gün geçiyormus. Askeri kaçak, devre kaybi, askerî firar… diye tuttular beni. Oradan hemen telefon ettiler, askerlik subesine. Iki tane askerî inzibat geldi, ellerimi bagladilar, beni götürdüler askerlik subesine. Baktilar 55 gün geçiyormus. Dediler: "Askerlikten mi kaçiyorsun?" "Askerlikten kaçmam" dedim. "Bunu hemen gönderelim askere" dediler. Sordular albaya: "Bunu nereye gönderelim?" "Bunu cezali olarak, Isparta 3. Egitim Tugayina, oraya gönderelim." dedi. "Bu isin altindan kalkamayacagiz…" dedim içimden...
Neyse hazirliklar, askere sevk evraklari tamamlandi. Beni Bitlis'ten Diyarbakir'a kadar götürdüler. Sonra bizi bindirdiler kömürlü bir kara trene. Hayvan bile barinmayan bir vagona koydular. Yolda Konya'da, Afyon'da… inenler oldu. En sonunda indik asagiya, Ispartaya. Ama kömürden yüzümüz simsiyah olmus. Mimar Sinan Camisinin karsisinda Güvenç Oteli vardi. Kapiyi çaldik, girdik içeriye. Otelci beni görünce: "Ulan sen hangi magaradan gelmissin?" dedi. Ben dedim: "Magaradan falan gelmedim. O kömürlü trenden oldu…" Neyse bir oda verdi, temizlendik.
Sabahleyin kalktim. Ya Allah, dogru Üstadin evine… Uzaktan baktim. Kapinin önünde bir polis duruyor. Biraz bekledim. Polis bir o basa, bir bu basa gidiyor, fakat gelip yine kapinin önünde duruyor. Dedim: "Allah.. Allah.. herhalde burasi karakoldur?" Biraz daha bekledim, fakat karakoldan giren çikan yok… Dedim: "Burasi karakol degil, herhalde Üstadin evidir, makamidir." Ben de, bir o basa, bir bu basa gidip geldim. Baktim birisi geldi yanima. Dedi: "Sen kimsin?" Dedim: "Insanim." "Öyle demek istemedim, nerden geliyorsun?" "Bitlis'ten geliyorum, burada Bediüzzaman varmis, elini öpecegim, gidecegim" dedim. Dedi: "Burada degil." "Nerdedir?" "Barla'dadir." "Barla nedir?" Dedi: "Sen benimle alay mi ediyorsun?" "Valla Barla nedir bilmiyorum" dedim. Dedi: "Bir köydür, üstad oraya gitti." Artik, yalan dogru bilmiyorum tabi.
Sonra döndüm yola dogru, dönüyorum geriye. Baktim üç kisi beni takip ediyor. Sokagi degistirdim, yine takip ediyorlar. Hemen Ulu Camiye gittim. Orada ögle namazimi kildim. Baktim yine beni takip ediyor. Hemen geldim otele. Otelciye olanlari anlattim. Dedi: "Seni yakalamadilar mi?" "Yok" dedim. "Valla iyi, gelenleri karakola götürüyorlar dövüyorlar, dayak atiyorlar…" dedi. Dedim: "Bu zattan korkuyorlar mi?" Dedi: "Valla bu zattan hükümet erbabi korkuyor." "Nasil korkuyorlar? Bu zatin askeri, ordusu, topu, tüfegi var midir?" Dedi: "Yok. Fakat imani o kadar kuvvetlidir ki; bütün hükümet erkâni ondan korkuyorlar." Birinci gün üstadi görmek nasip olmamisti.
Ikinci gün abdestimi aldim, ya Allah tekrar Üstadin evi. Baktim polisler uzakta. Bende "Bismillahirrahmanirrahim" dedim, kapiyi çaldim. Ikinci sefer kapiyi çalmadan kapi açildi. Açan söyle yüzüme bakti, dedi: "Hafiz Ali sen misin?" "Benim kurban. Hele ver su mübarek elini öpeyim" dedim ve egildim eline dogru. Elini çekti, dedi: "Benim adim Ceylan." "Eyvah, Allah müstehakini versin" dedim. O da gençti tabi o zaman. Ben aglamaya basladim. "Aglama" dedi. Kalkti boynuma sarildi, basimdan öptü. Allah rahmet etsin. "Aglama, Üstad bana dedi ki: "Sen kapida dur. Hâfiz Ali gelecek. Benim selamimi söyle kendisine, onu talebelige kabül etmisim. Dogru gitsin kitasina teslim olsun, durmasin. Buraya da bir daha gelmesin ona zarar gelmesin...
Üstadi daha hiç görememistim. Ama Üstad böyle deyince ben gittim teslim oldum kitama. Bölükte onbasi, sonra çavus olduk. Bir gün Isparta Merkeze bagli Egirdir yolu üzerinde bulunan Ali Köyü tarafindaki atis talimine gittik. Atis yapildi, öglen oldu. Herkes istirahatta. Bazilari yemegini yiyor, kimisi oturuyor, kimisi uzaniyor… alay serbest vaziyette yani. Benim de yanimda tabancamla bir de ibrik var. O zaman böyle asfalt yollar yoktu, yollar toprakti...
Bir baktim ki: Egirdir gölü tarafindan gelen yolda bir taksi. Toz kaldirarak geliyor. Tekrar baktim, içimden "Tugay komutaninin taksisi geliyor" dedim. Simdi buradan geçecek; bakacak subaylar yatiyor, herkes daginik vaziyette… ceza alacagiz. Komutanim yanimda yatiyordu. Eline vurdum uyandirdim. "Ne var Mülayim Çavus?" dedi. Dedim: "Komutanim bak, gelen taksi Tümen Komutaninin taksisi degil mi?" "Bakti.. bakti.. valla odur" dedi. Hemen düdük çaldi. Herkes kusandi. Subaylar, astsubaylar, takimlar, mangalar… herkes bütün alay hazirlandi.
Taksi Alay'a yaklasinca, ben: "Esas durus! Hizaya geel! Selam duuur!" diye bagirdim. Herkes esas durusa geçti ve selam durdu. Taksi geldi.. geldi.. Birinci takim çavusu olarak ben de böyle selam durmusum. Hafifçe egildim, baktim taksinin içine. Allah! Allah!; Allah! Allah!; Cüppeli, sarikli birisi ellerini iki yana sallayarak selam veriyor bize. "Allah!. Allah!. Nasil olur bu? Osmanli devletinden böyle bir pasa kalsin hala? Allah!. Allah!. Askerlikte böyle bir sey de söylemediler ki bize" dedim içimden.
Taksi söyle biraz gitti gitmedi... Komutan bagirdi: "Ulan bu isi kim ayarladi?" "Mülayim Çavus!" dediler. Ben sandim benimle kafa buluyorlar. Bir de baktim ki bir tokat, bir daha, bir daha… ama öyle bir dayak yemisim ki; anamdan babamdan yememisim böyle bir dayak. Sabaha kadar uyuyamadim agridan. Sabah namazini bile kilamadim, iyi hatirliyorum.
1958 tarihinde Isparta'da biri birinin aynisi iki tane Chevrolet taksi vardi. Ikisi de ayni renkti. Birisi Üstadindi, digeri Tugay Komutani Pasanindi...
Bediüzzaman Hazretlerinin 1953 model Chevrolet marka otomobili. 1958'de Isparta'da bu otomobilden ayni model ve ayni renkte iki tane vardi. Birisi Said Nursi'nin, digeri Tugay Komutaninin.
Vücudumdaki dayak agrilardan sabaha kadar uyuyamamistim. Sabah oldu. Subaylar, astsubaylar herkes içtimaa gitmis. Ben kalkayim dedim, kalkamadim agridan. Birden iki tane çavus girdi içeriye, battaniyeyi hizla aldilar savurdular üstümden. "Kalk bakalim. Herkes içtimada sen burada yatiyorsun" diye bagirdilar. "Valla her tarafim agriyor…" dedim. "Fazla konusma, çabuk gel bir binbasi seni çagiriyor" dediler. "Eyvah! Herhalde dayak az geldi.. ikinci bir dayak daha yiyecegim" dedim.
Kalktim. O zamanlar tenekeden uzun barakalar vardi. Bana: "Barakada bir binbasi seni bekliyor" dediler. Kapiyi çaldim. "Gir içeriye" dedi. Girdim. Baktim binbasi barakanin en sonunda. Elinde biçak var, bir agaci yontuyor. Agaç bir elinde, biçak diger elinde. "Bu biçak ne?.. bu sopa ne?" dedim içimden. "Mülayim Çavus gel buraya!" dedi. "Geleyim komutanim" dedim. Biraz gittim, uzakta durdum, bakalim ne olacakti? "Oglum gelsene" dedi. "Niye gideyim?" diye düsündüm, gitmedim. "Oglum gelsene buraya" dedi. Ayaga kalkti, bana dogru gelmeye basladi. "Korktun mu?" dedi. Hemen esas durusa geçip, selam durdum. Bana dogru geliyor, sonra bana dogru kostu. Baktim bana sarilacak, ama biçak ta elinde, kucaklamak üzere. Fakat ben aniden geri çekilince kapaklandi, yere düstü. Ben kaçmaya basladim. "Mülayim Çavus gel buraya!" diye arkamdan bagirmaya basladi. Mülayim Çavus kalir mi artik hiç. Sanki kulaklarim yoktu, yok olmustu. Hiç duymadim.. taa nizamiyenin kapisina kadar kostum. Çavus dedi: "Ne oldu Mülayim Çavus, nedir bu halin?" Dedim: "Valla beni vuracak… bir yer göster." "Hemen bodruma asagiya in" dedi. Bodruma indim. Su gibi ter akiyordu üstümden. Elbiselerim vücuduma yapismisti terden. "Lâ havle ve lâ kuvvete.. nedir bu hal?" dedim. Ögleye kadar kaldim orada korkudan.
Öglen oldu, herkes yemege gitmis. Çavus: "Gel kimse yok" dedi. Karavanadan yemek geldi. Yemek yiyecegim tam, bir kasik aldim.. Hüseyin isminde bir çavus vardi, dedi: "Mülayim Çavus binbasi senin arkanda.." Ben saka yapiyor diye düsündüm. Bir kasik daha aldim. Yine: "Mülayim Çavus binbasi senin arkanda duruyor" dedi. Arkama baktim; hakikaten arkamda duruyor. "Mülayim Çavus yemegini ye!" dedi. Dedim "Tok olmusum." "Tok olmussan kalk o zaman" dedi. Kalktik beraber bir odaya girdik. Kapiyi içerden sürgüledi. Kapiyi sürgüleyince: "Eshedü en lâ Ilâhe illallah ve eshedü enne Muhammeden Resulüllah.." dedim.
Binbasi yüzüme bakti bakti gözlerinden yaslar geliyordu… Eliyle yüzünü sildi.. Ben kendi kendime: "Valla bu dayak isine benzemiyor" dedim. "Mülayim Çavus ben senin ayaklarini öpecegim" dedi. Ben: "Artik bu iyice kafayi buluyor. O kim, ben kim, ayak öpmek ne?" dedim. "Yok ayak öpmek günahtir" dedim. Dedi: "Yok, valla senin ayaklarini öpecegim ben" dedi. "Vallahi ayak öpmek günahtir" dedim. "Yok öpecegim" dedi. Ben de: "Elimi uzattim; elimi öp madem, hâfiz oldugum için günah olmaz insallah" dedim. Hakikaten elimi öptü.. ben de onun elini öptüm. Boynuma sarildi.. Ama nasil sefkatle beni oksuyordu. Yüzüme bakti: "Mülayim Çavus! Dün o taksinin içinden geçen komutani tanidin mi sen?" dedi. Dedim: "Komutanim o dayaklari ben yedim. Onun için sana bir sey söylemeyecegim." O zaman aynen söyle söyledi: "O Komutan! Büyük komutan Bediüzzaman Said Nursi'dir." O binbasi bizim bölükte degildi. O duymus bu hadiseyi. Beni tebrik için gelmis. Daha sonra tayin oldu. O zaman ben Nurcu olmadigim için tabi tam bilmiyordum.
Ben bu olayi bilerek yapmadim, yaptirildi. Fakat hayatta bir daha yapilmaz. Helal olsun...
Daha sonralari Üstadi taksiyle geçerken görüyorduk. Bir keresinde kostum elini öptüm. Basimi söyle oksadi, sonra; "git" diye eliyle isaret etti.
Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —