Bir can dostum ciddi bir rahatsizligi karsisinda TEVEKKÜLÜNÜ anlatirken biraz farkli ve bazi cihetleri eksik seyler anlatti. Bu manayi çok Nurlu Müminde de gördügümden bir seyler söyleme ihtiyaci hissettim.
RISALE-i Nurdan ögrendigime göre, ehl-i dünya esbaba çok önem verip Halikimizi öteleyerek TEVEKKÜLÜ yanlis idrak ettiklerinden ahirette çok zor durumda kalacaklar...
Maalesef ehl-i imanin esbaba sirt çevirenleri de dünyada perisan olacaklar ve olmaktadirlar!
Çünkü:
* “iman tevhidi,
* tevhid teslimi,
* teslim TEVEKKÜLÜ,
* tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder.
Fakat
* yanlis anlama.
* TEVEKKÜL, esbabi bütün bütün reddetmek degildir.
* Belki, esbabi, dest-i kudretin PERDESI bilip RIAYET ederek;
* esbaba tesebbüs ise,
* bir nevi DUA-YI FIÎLÎ telâkki ederek,
* müsebbebati yalniz Cenâb-i Haktan istemek ve
* neticeleri O’ndan bilmek ve
* O’na minnettar olmaktan ibarettir.” (Sözler, 421)
Fenler, dostumun üzülerek izah ettigi gibi, ilmin verilerini yanlis yorumlayip, degisik maddelerin sifa verdigini izah ve IDDIA etmektedirler...
Ancak burada Failin, sebepler olarak ortaya konmasi, çok büyük bir yanlistir. Daha dogru bir ifadeyle: “Görülen dogru, yorumu sapkindir!”
Dinimizin esas temelleri olan Kur’an, Sünnet ve dahi akil, mantik ise, sifanin, Sâfi olan Allah tarafindan verildigini belirtmektedir.
Bu zitlik günümüz dünyasinda ciddi bir problemdir.
Dinimiz ilme çok önem veren bir dindir. Böyle bir hüküm onda yoktur, olamaz da.
Fakat bu bilgi eksikligiyle ilgili sofiyâne hal sonucu tibbin asirlardir olusmus verilerini reddedip otlara, çöplere yönelmek çok da akil kâri degildir. Dinimizin bir GEREGI olarak ifade etmek, öyle itikat etmek de hiç dogru degildir.
Elbette Alternatif Tip olarak, üzerinde ilmî çalismalar yapilmis seyler de kullanilabilir. Hele bunlar ilmî bir disiplin içine alinirsa kullanilmasinda hiç bir mahsur da kalmaz.
Hem ilaç sanayiinde ilaçlarin zararli olan yan etkilerinin azaltilmasi ve hatta yok edilmesi de bizim için elbette önemlidir.
Fakat tibla ilgili dinî bir PROBLEM varmis gibi davranmak da hiç dogru degildir. Bize de, dinimize de zarar verir.
Bu yanlis düsünce yani zahirî sebeplerle çalisan tibba uymayip, sebeplere müracaat etmemek, onlari reddetmek bizi
-Allah etmesin- ölüme kadar götürür veya En azindan uzun süre süründürebilir...
Maalesef bu manada bir SEKTÖR olusmus ve büyük kârlarla haksiz olarak hala çalismaktadir. Devletimiz bile bunlari bizlerin yüzünden durduramamaktadir!
Farkli branslardaki bazi titir sahabi uzmanlar bile bu sahada ütopik çalismalariyla insanlar tavsiyelerde bulunarak para kazanmaktadir(!).
Yasadigim sehirde bir masöre masaj yaptiran bir agabeyime rastlamistim. Tabi ki masajin yüksek faydalarina inanan, degisik masaj aletleri de kullanan birisi olarak farkli bilgiler de almak istedim.
Adamcagiz ”Ben bu ‘masajla’ tikali kalp damarlarini fist diye açiyorum...” deyince, masaj bile diyemeyen bu cahil adamin bu ifrat ve ilme aykiri fikrinden çok rahatsiz olup ona gerekli cevabi vermistim.
Hollanda Roterdam’da Kur’an ve Iman Hizmetleriyle ugrayan A. S. bey kardesimiz büyük bir gruba Felemenkçe konferans vermisti. O konferansin bir yerinde Islamiyet’in tibba bakisini anlatirken, marketler zinciri sahibi bir Hiristiyan hanim, “Bizim inancimizda hastaliklari Allah verir. Onlara karsi gelinmez, tahammül edilir!” mealinde cümleler serdetmis!
Ahmet Said bey de “Bizim dinimizde de hastaliklari çogu kez bizim hatalarimiz sebebiyle Allah verir! Amma bizde Tibb-i Nebevî vardir.
Emanet olarak verilen vücudumuzun sagliginin korunmasi ve icap ettiginde de sagligina kavusturulmasi bir vazife olarak gereklidir!” deyince o hanim tekrar ayaga kalkip “Ben iste böyle bir dini kabul ederim!” diye adeta haykirmis...
Hollanda Islam Üniversitesindeki iki Profesör arkadasimiz, Avrupa Birliginin farkli dinlerin bu ve buna benzer kritik konularda ekipler kurup ciddi çalismalara Islam adina çagrilmasi dünyada dengeli efkar aramanin önemini ortaya koyan önemli bir faaliyet degil midir.
Hele Hindistan gibi ülkelerde irin gibi mikrop dolu irmaklardan, pis hatta zehirli seylerden mantiksizca sifalar aranmasi da insanlik için yüz karasi bir haldir.
Bizim dinimiz, nezafete, akla, ilme, kâinatta vaz edilen Kanunlara mecburen, NAMUSLARA da irademizle uymayi tavsiye, hatta emrederek bizi saadete çagirir.
IMTIHAN sirri geregi, kâinattaki bütün islerini perdeli, gaybî tarzda yapan Halikimiz, bu alemde kanun ve sebeplerle is görüyor. Fakat sebepler, dostumun da izah ettigi gibi asla müessir olamaz.
Biz, iman gözlügüyle basit, ilimsiz, cahil, kudretten mahrum sebeblerin de, tesadüflerin de bu isi yapamayacagina, kendi kendine de olamayacak bu mucizevî sifa verme arkasinda Safi-i Hakiki olan, mutlak Ilme, mutlak Kudrete ve mutlak Iradeye sahip bir Zatin olduguna akil, mantik ve ilmi prensiplerle inanir, itikat ederiz.
Iste Risale-i Nur tefsiri ilim dünyasina harika bir izah sunarak ilmin izzetini de muhafaza etmektedir.
Risale-i Nur Külliyatindan Isaratü’l Icaz Tefsirinde bu konuda söyle bir açilim ortaya konmaktadir. Bu mananin da efkarimiza eklenmesi sahip çiktigimiz imanla ilgili verileri daha mükemmel ve daha sihhatli hale getirecektir.
Söyle ki, Bediüzzaman Hazretleri, tefsirinde bu konuda su tefsir ve izahi yapmaktadir:.
?“???? kelimesinden maksat ya cezadir,
* çünkü o gün hayir ve serlere ceza verilecek bir gündür;
* veya hakaik-i diniyedir,
* çünkü hakaik-i diniye o gün tam mânâsiyla meydana çikar.
* Ve daire-i itikadin, daire-i esbaba galebe edecegi bir gündür.
Evet,
* Cenâb-i Hak, müsebbebati esbaba baglamakla,
* intizami temin eden bir nizami kâinatta vaz etmis.
* Ve herseyi,
* o nizama müraat etmeye ve
* o nizamla kalmaya tevcih etmistir.
* Ve bilhassa insani da,
* o daire-i esbaba müraat ve merbutiyet etmeye mükellef kilmistir.
* Her ne kadar dünyada, daire-i esbab daire-i itikada galip ise de,
* âhirette hakaik-i itikadiye tamamen tecellî etmekle, daire-i esbaba galebe edecektir.
* Buna binaen,
* bu dairelerin herbirisi için
* ayri ayri makamlar,
* ayri ayri hükümler vardir.
* Ve her makamin iktiza ettigi hükme göre hareket lâzimdir.
* Aksi takdirde,
* daire-i esbabda iken
* tabiatiyla,
* vehmiyle,
* hayaliyle
* daire-i itikada bakan Mutezile olur ki,
* tesiri esbaba verir.
* Ve keza,
* daire-i itikadda iken,
* ruhuyla,
* imaniyle
* daire-i esbaba bakan da,
* esbaba kiymet vermeyerek (!)
* Cebriye mezhebi gibi
* tembelcesine bir tevekkülle
* nizâm-i âleme muhalefet eder. ”(I.Icaz,42)
Bu arada, önemli mananin adeta formül olarak ifade edildigi bir cümleyi yine o Külliyattan arz etmek istiyorum:
* “Evet,
* izzet ve azamet ister ki,
* esbab perdedar-i dest-i kudret ola aklin nazarinda.
* Tevhid ve celâl ister ki,
* esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.” (Mesnevi-i Nuriye, 20)
Bu konuda daha genis bilgi almak isterseniz,
Prof.Dr. Yunus Çengel beyin,
http://www.yunuscengel. com sitesindeki:
“Sifa ve iyilestirme enerjisi nedir, ne degildir?” makalesine de bakmalisiniz.
Bediüzzaman Hazretleri bu konuda sunlari da anlatir:.
Bu dua meselesinin daha da temeline inerek:.
Hayvanlarin dünyaya adeta terakki etmis, hayatlari için lüzumlu melekeleri kazanmis olarak geldigini, örneklerle anlattiktan sonra:
“Insan ise, dünyaya gelisinde,
* herseyi ögrenmeye muhtaç ve
* hayat kanunlarina cahil;
* hattâ yirmi senede tamamen serâit-i hayati ögrenemiyor.
* Belki âhir ömrüne kadar ögrenmeye muhtaç,
* hem gayet âciz ve zayif bir surette dünyaya gönderilip,
* bir iki senede ancak ayaga kalkabiliyor.
* On bes senede ancak zarar ve menfaati fark eder;
* hayat-i beseriyenin muavenetiyle, ancak menfaatlerini celp ve zararlardan sakinabilir.
* Demek ki, insanin
vazife-i fitriyesi,
* taallümle tekemmüldür,
* DUA ile ubûdiyettir.
Yani,
"- Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum?
- Kimin keremiyle böyle müsfikane terbiye olunuyorum?
- Nasil birisinin lütuflariyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?" bilmektir;
ve
- binden ancak birisine eli yetisemedigi hâcâtina dair
- Kàdiu'l-Hâcâta lisan-i acz ve fakr ile yalvarmaktir ve istemek ve dua etmektir.
Yani,
- aczin ve fakrin cenahlariyla
- makam-i âlâ-yi ubûdiyete uçmaktir.
Demek,
- insan bu âleme ilim ve DUA vasitasiyla tekemmül etmek için gelmistir.
- Mahiyet ve istidat itibariyla hersey ILME baglidir.
- Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esasi ve madeni ve nuru ve ruhu
- marifetullahtir ve
- onun üssü'l-esasi da iman-i billâhtir.
Hem insan,
- nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta maruz ve
- hadsiz âdânin hücumuna müptelâ; ve
- nihayetsiz fakriyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve
- nihayetsiz metâlibe muhtaç oldugundan,
• vazife-i asliye-i fitriyesi, imandan sonra, DUADIR.
(Aczini anlayip, ihtiyaçlarini Kimden isteyecegini, bulabilecegini bilmek, KULLUGUN tamda kendisidir)
• Dua ise, esas-i ubûdiyettir. “ der..
Sonra:
“• Iman, duayi bir vesile-i kat'iye olarak iktiza ettigi
(Aczini idrak edip Kimden isteyecegini bilmek, imanli bir insanin, kullugunun tezahürüdür!)
ve
* fitrat-i insaniye onu siddetle istedigi gibi,
* Cenâb-i Hak dahi, "Duaniz olmazsa ne ehemmiyetiniz var?" meâlinde,
* ???? ??? ????????? ?????? ?????? ??????? ???????????? [Furkan Sûresi, 25:77. ] ferman ediyor.
* Hem ??????????? ?????????? ?????? ["Bana dua edin, size cevap vereyim." Mü'min Sûresi, 40:60.] emrediyor.” (Sözler,424) devam eder.
* Duanin çok önemli mahiyetinin detaylarina devam eder:
“• DUA
bir ubûdiyettir.
• Ubûdiyet ise, semerâti uhreviyedir.
* Dünyevî maksatlar ise, o nevi dua ve ibadetin VAKITLERIDIR.
* O maksatlar, gayeleri degil.(Sözler,425)
* “yagmursuzluk dahi, yagmur namazinin vaktidir.
* Ve beliyyelerin istilâsi ve muzir seylerin tasallutu, bazi dualarin evkat-i mahsusalaridir ki,
* insan o vakitlerde aczini anlar;
* dua ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlakin dergâhina iltica eder. ...”
* “dua bir sirr-i ubûdiyettir.
* Ubûdiyet ise, hâlisen livechillâh olmali.
* Yalniz aczini izhar edip,
* dua ile Ona iltica etmeli,
* rububiyetine karismamali.
* Tedbiri Ona birakmali,
* hikmetine itimad etmeli,
* rahmetini itham etmemeli. (Sözler, 425)
“...hakikat-i halde,
* âyât-i beyyinâtin beyaniyla sabit olan:
* Bütün mevcudat, herbirisi
* birer mahsus tesbih ve
* birer hususî ibadet,
* birer has secde ettikleri gibi,
* bütün kâinattan dergâh-i Ilâhiyeye giden, bir DUADIR.(!)”:
1-Ya istidat lisaniyladir—bütün nebâtat ve hayvanâtin dualari gibi ki, herbiri lisan-i istidadiyla Feyyâz-i Mutlaktan bir suret talep ediyorlar ve esmâsina bir mazhariyet-i münkesife istiyorlar.
2-Veya ihtiyac-i fitrî lisaniyladir—bütün zîhayatlarin, iktidarlari dahilinde olmayan hâcât-i zaruriyeleri için dualaridir ki, herbirisi o ihtiyac-i fitrî lisaniyla Cevâd-i Mutlaktan idame-i hayatlari için bir nevi rizik hükmünde bazi metâlibi istiyorlar.
3-Veya lisan-i iztirariyle bir duadir ki, muztar kalan herbir zîruh, kat'î bir iltica ile dua eder, bir hâmî-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-i Rahîmine teveccüh eder.
Bu üç nevi dua, bir mâni olmazsa, daima makbuldür.
4-Dördüncü nevi ki, en meshurudur, bizim duamizdir. Bu da iki kisimdir:
a-Biri FIILÎ ve HÂLÎ,
b-digeri KALBÎ ve KÂLIDIR.
(Maalesef dualar zamanla hatali olarak sadece kalbî ve kâli hale dönüstürülmüstür.)
Meselâ,
-esbaba tesebbüs, bir dua-yi fiilîdir.
* Esbabin içtimai,
* müsebbebi icad etmek için degil,
* belki
* lisan-i hâl ile müsebbebi
* Cenâb-i Haktan ISTEMEK için
* bir vaziyet-i marziye almaktir.
* Hattâ
* çift sürmek,
* hazine-i rahmet kapisini çalmaktir.
* Bu nevi DUA-yi fiilî,
* Cevâd-i Mutlakin isim ve ünvanina müteveccih oldugundan,
* kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadir.
Ikinci kisim,
* lisanla, kalble dua etmektir.
* Eli yetismedigi bir kisim metâlibi istemektir.
* Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatli meyvesi sudur ki:
* Dua eden adam anlar ki,
* BIRISI var,
* onun hâtirât-i kalbini isitir,
* herseye eli yetisir,
* herbir arzusunu yerine getirebilir,
* aczine merhamet eder,
* fakrina medet eder.” (Sözler,427)
* “bütün kâinattan dergâh-i Ilâhiyeye çikan, bir DUADIR.
* Esbab olanlar,
* müsebbebâti Allah'tan isterler.” (Mektubat, 423). Bütün bunlari Risale-i Nurdan seçip efkârimi anlatmak, sadirdan degil de SATIRDAN olmasi içindir. Hem öyle olunca : ”Bu durûs-u Kur'âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar,
* vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalniz yazilan su Sözlerin
* serhleri ve
* izahlaridir veya
* tanzimleridir. (Mekt, 605) ölçüsüne uymus oluruz! Sonuç olarak, dünya, Rabbimizin imtihan sirri geregi, sebeplerle icraat yaptigi zemindir. Ancak sebeplerin acziyetiyle bütün hastaliklara sifa üretmesi de mantik disidir. Kutsi kaynaklarimiz Tevhit hakikatine aykiri bu iddiayi kabul etmez. Bizler Ehl-i. Sünnete uyarak, dünyada vaz edilen kanunlara uyup sebeplere müracaat ederiz. Asirlarin birikimiyle tibbin ortaya koydugu ilaçlari, uzman doktorlarin tavsiyelerine uyarak kullaniriz. Zaten Alternatif Tibbin tavsiyeleri de denemelerle tespit edilen sebeplerledir. Ancak tip kadar ilmî metedolijiye uygun çalisma sonucuyla ortaya konamamistir. Bu ilaç kullanma, ayni zamanda dogru tevekkül etmek ve esasli, TAM bir DUA seklidir. Fakat biz dogru bir tevhit anlayisiyla, her yaratilis, her olusum(!) arkasinda Rabbimizi görürüz. Bu anlayisa da, kâinat kitabindaki mucizevî yapilislar, müthis icraatlar, sebeblere verilemeyecek mutlak Ilim, mutlak Kudret, ve mutlak Irade tezahürleri ve bu manalari ifade eden Vahiy ve Sünnet kaynaklarinin örtüsmesinden ulasiriz. Hem Islam’in ilmin materyalist yorumlari disinda ilimle bir problemi de yoktur...