Insan, fitrati geregi kendine yüklenmis olanlarla gelir dünyaya. Ve kendinde olanlari yer yer devreye sokar. Ihtiyaci olani edindigi degerler üzerinden karsilamaya çalisir.
Ve hiç süphesiz aklin, tüm boyutlarda kendisini hissettirmesine ragmen ciliz, çekimser ve güçsüz kaldigi yerler vardir. Tipki esit durumda ki ahlâk gibi. Iki olgunun eksik kalmasi, birbirini tamamlayamamasi durumunda; ask üzerinde ki payesine göz atalim.
Ask akildan, akilda asktan korkar. Aslinda bu aklin da, askin da ikilemidir. Bir arada barinamazlar.
Aralarinda lisan farki vardir, birbirlerinin dilinden anlamazlar, jargon farklidir.
Pascal’in dedigi gibi ‘Kalbin kendi akli vardir’, ondan baskasini dinlemez.
Oysa akil, yargi makamina oturabilse, aski suçlu çikarir. Lakin ask mahkemeye gelmek istemez. O aklin mahkemesinde suçlu oldugunu bilir. Ask; Scheler’in dedigi gibi ‘kendi yasalarina, mantigina ve matematigine sahiptir’.
Ask, düsünmeye uygun degildir. Bu nedenle size nasil hareket etmeniz gerektigini söyleyecek anlama yetisine de sahip degildir. Ve arada kalan ciliz ahlâk bu kusuru göz göre göre paylasir.
Ask bulundugu konumda, ayarlarini bozdugu ahlâkin ortakligiyla aslinda felakete sürüklenir.
Kalbin sesini dinleyememek ask için, sarsici ve yikicidir lakin askin çilginligindan kurtulabilmesi için akla kulak vermesi gerekir.
Bu dolambaçli ve zor bir akil yürütme olabilir. Ancak makul oldugu kusku götürmez. O sadece suçlu bir vicdani aklama hizmetiyle kalmaz; bir ahlâki edim olarak paylasim yapmis olur.
Ahlâk; bir komuta ve otorite merkezidir aslinda. Kodlara, kurallara, akla, bilgiye tez yada kanaate ihtiyaç duymaz.
Ahlâk; ask ve nefret özveri ve hükmetme özen ve zalimlik konusunda kötü bir söhrete sahiptir. Tümüne hükmeder, kök salmissa, safligina sadik kalmissa eger. O, suç ve suçluluk bilmez, duru haldedir. Bozamaz kimse durulugunu.
Akil, askin yaninda kendine sadik kalirsa ve vaadini yerine getirirse anlamli bir bölüstürme için, harika bir zemin olusturabilir.
Aksi durumda Hume’nin dedigi gibi ‘akil tutkunun kölesi olur’. Kendine sadik kalan akil ise, tutkunun düsmani, yönsüzlük ve kaos durumunda araya giren anahtar olur.
Tutkularin ehillestirildigi, söndürüldügü, hareketi yok ettigi zamanlarda, insana ne yapacagini söyler ve yön verir.
Ahlâkin ve aklin uzlasmasi; ahlâki uzamda gerçeklesmesini zorunlu kilarken; hayatta kalabilmenin basari ve mutlulugun, kendini büyütmenin seyri, amaç ve araçlarin akilci biçimde düsünülmesi, gider ve gelirlerin hesaplanmasi, hazzin, itaatin yada iktidarin, siyasetin ve iktidasin arastirilmasi, anlasilmasi, anlam kazandirilmasi babinda durum dengelenmis olur.
Saf ahlâk; bütün toplumsal tuzaklardan uzak, statü, makam, toplumsal ayrimlar, engeller konum ve rolleri devre disi eder. Yoksulu – zengini, yüksekte – alçakta olani, güçlü – güçsüz olani esitler.
Insanligimizin çiplak esaslari geregi, ahlâki evrenin ve fitratin cevherleriyle harekete geçmesi kendiliginden dengeyi doguracaktir.
Kainat ve insan iliskileri tartismasiz denge üzerinedir. Ask, kendi bulgulari içerisinde kendini tüm çekiciligine ragmen eritme potansiyeline sahipken ve bu durum kendi varolusunu ofsayta düsürürken ahlâk ve akil isbirligi denge unsurunun ta kendisidir.
Hassas terazili bir denge.
Dengeyi koruyabilmek umuduyla…